Mahremiyet ve tavazu yerine kamusal çıplaklık ve gösteri, perdeli pencereler yerine evin için gösteren cam duvarlar, ıstırap ve yasın mahrem yaşantısı yerine sosyal medyada herkese ilanı... Utanma duygumuzu kaybettikçe, kendimizi göstermeye duyduğumuz ihtiyaç artıyor. Üstelik, kendimizi görünür kılamadığımız zaman, kendimizi hapsedilmiş hissediyoruz. Sevilmeme korkusu öylesine içimize işlemiş ki, dışarıda sürekli bizi beğenecek bir bakış arıyoruz. Halbuki eskiler, kem gözden korkardı. Başkasının göz ve tecessüsünden korumamız gereken iç sınırlarımız, hayat alanlarımız var. Hayâ büyük bir muhafızdır; mahremiyet ise kişi olmanın özü. İnsana aleniyet üzerinden özgürlük vaat edenler, onu yeni iletişim teknolojileriyle suistimal edilebilir, seyirlik bir nesneye dönüştürüyor. Her türlü arzu ve duygusu güdülebilir/yönlendirilebilir bir otomat. Oysa özgürlüğün yolu, mahremin ve sınırların korunmasından geçiyor.
Hayatın her alanı projektörlerin ışığına tutulduğunda, mahremin/sırrın bir hükmü kalmaz. İşte bu "şeffaflığın tiranlığı"dır. Yahut "görünür olan iyidir, iyi olan görünür olandır."