Medeniyetimizi oluşturan manevi dinamiklerin dışa dönük, zahirî bir zenginlik ve genişlemeyi değil; içe dönük bir derinlik ve yüceliği hedef aldığını biliyoruz.
Bu bir bakıma zahire nispetle bâtını daha kıymetli kılıyor.
İlke böyle konulunca, medeniyet unsurları da bu ilkelerden neşet eden nispetlere, gelişmelere, biçimlere ulaşıyor.
Meseleye ev ve şehir bağlamında bakalım.
Evimiz sokağa değil bahçeye açılır. Sokağa bakan yüzün insan boyunu aşan duvarında pencere dahi yoktur. Çokluk taştan yapılır ve sağırdır. Sokağa bakan kafesli pencereler bu taş kısmın üzerinde yükselen ikinci katta bulunurlar.
Evet, ev bahçeye yani içe açılır. Burası mahrem bir alandır. Çiçek, meyve, sebze, havuzda su ile bir bakıma tabiatın devamıdır. Güzel ve ferahtır. Saydığımız unsurlarla tezyin edilmiş, zenginleştirilmiştir. Evin dışı sade ve vakur durur. Tezyinat varsa eğer evin içindedir. Oymalar, bezemeler, ahşap göbekli tavanlar, yüklük ve çiçeklikler hep bu iç güzelliğine adanmıştır.
Bahçe ve avlularda bol bulunmasına karşılık şehrin sokaklarında ağaç azdır. .şehre içinden baktığınızda bu sebeple pek yeşil göremezsiniz. Ama biraz dışarıdan ve yüksekten baktığınızda yemyeşil dururç Evler, bahçeler arasında adeta kaybolmuş gibidir.
Şehrin merkezine mahalleyi bağlayan yol camiye çıkar.
Bizim şehrimizde meydan olmadığı malumdur. Lakin hepten yoktur demek de pek mümkün değildir. Bizim meydanımız camidir. Avlusu ve kendisi. Bütün yollar camiye çıkar ve insanlar orada toplanırlar. Camilerinde bilindiği gibi, dış yüzünden ziyade içi zenginleştirilmiş, bezenmiştir. ÇAlışma hayatının kalbi sayılan çarşının damerkezinde çokluk bir Kapalıçarşı vardır. Bu kapalı çarşılar da dışarıdan bakıldığında pek gösterişli durmazlar. Hele barındırdıkları zenginlik hiç belli olmaz. Ancak içine girildiğinde sayısız güzellikle karşılaşırsınız.
İç hayatımızın bu dinamizmini belki biraz zorlayarak şehirlerin iç kalesine kadar götürmek mümkündür. Ancak son savunma mekânının bu kale olduğu da su götürmez.
Dış-iç, zahir-bâtın ayrımının insanımıza ve oradan medeniyetimize yansıması, bu ayrımların nasıl bir yapı ve birlik oluşturduğunun anlaşılması; parlak ve gösterişli ve fakat içi kof unsurlara karşı nasıl duracağımızı belirliyor. İçteki değer, kalbin safiyetinde, ahlakta, takvada, merhamette, şefkatte, hürmet ve hizmette saklı. İçimizi güzelleştiren, zenginleştiren, derinleştirip yücelten; dışa açıldığında bir potansiyel olarak bütün eylemlerimizde bize güç veren bu değerlerdir. âdeta sarayın iç hazinesi gibi.
Meyve değil tohum, kabuk değil çekirdek, ceset değil ruh önemli.
Medeniyetimiz her şeyden çok bu önceliklerin üzerinde duruyor.