ÜYE GİRİŞİ / ÜYE KAYIT
ÜYE GİRİŞİ / ÜYE KAYIT

Derin Tarih Sayı: 44

İsmail Kara

Yayınevi:
Baskı Yılı:2015
Alıntı Sayfası:
ISBN: 2147-0553
Alıntı Yapan: paradoksal
Okunma Sayısı: 1903
Post

"Ekim ayının başında basına intikal eden haberlere göre HDP'nin 7 Haziran 2015 seçim bildirgesinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılmasıyla ilgili vaat 1 Kasım 2015 seçim bildirgesinde de tekrarlanarak muhafaza edilmiş. Küçük bir farklılıkla:Kaldırılan Diyanet'in yeri tamamen boş bırakılmıyor, zevahiri kurtarmak için muhtemelen bir tür koordinasyon, düzenleme ve müzakere merkezi gibi işleyecek "Din ve İnanç işleri Kurulu" oluşturuluyor. Bu yolla "devletin din ve inanç alanından elini çekmesi sağlanacak, din ve inanç işleri topluma, inanç sahiplerine bırakılacak."

"Arkasında bazı haklı gerekçeler de olan fakat daha ziyade konjonktürel ve siyasi şartların, belki sola ve Alevilere şirin gözükmek arzusunun beslediği bu vaadin ve teklifin orijinal ve yeni bir tarafı yok aslında."

"Yeni ve orijinal tarafı yok bu fikrin dedik, çünkü bu teklif bilelebildiğimiz kadarıyla ilk defa 1970 yılında, bir tür sol Alevi örgütlenmesi olan Birlik Partisi tarafından resmen dile getirilmiş ve bu düşünceler doğrultusunda 633 sayılı Diyanet teşkilat kanununun laiklik ilkesine aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'nde iptal davası açılmıştı. Davayı reddeden Anayasa Mahkemesi'nin aleyhte kararının gerekçesinde Cumhuriyet ideolojisinin din-siyaset ilişkilerine, bu arada Diyanet'e, laiklik ilkesine nasıl baktığını "vasıflı" bir şekilde anlatan şu ifadeler de vardı: (...)"

"Yüksek mahkemenin bu "hukukî-siyasî yorumlarını nasıl buldunuz? Ya "Diyanet'in dinî bir teşkilat değil, idarî bir teşkilat" olduğunu? "Vasıflı" demeyi hak etmiyor mu sizce?!"

"Aynı Anayasa Mahkemesi on küsur sene sonra, 1983 yılında , bu defa Huzur Partisi'ni kapatan kararının gerekçesinde de Diyanet İşleri Başkanlığı ile laiklik ilkesi arasındaki ilişkiyi yorumlarken ısrarla benzer açıklamalara yer verecek ve (bir müddettir kimsenin hazzetmediği) Türkiye'nin hususi şartlarına vurguda bulunacaktır: (...)"

"Hem Diyanet'le laiklik (Türk laikliği) arasında uyum arayanların (bunlara mevcut yapıyı savunanlar  diyebiliriz, toplumun kahir ekseriyeti bunlardan yana gibi duruyor) hem de bu ikisi arasında mesafe yahut karşıtlık olduğunu düşünenlerin ( sayıları az fakat sesleri ve etkileri giderek fazlalaşan bu grup da Diyanet'in devlet çatısı altında yeri olmadığı kanaatindedir) en ciddî zaafı meselenin ele alınması ve tartışılmasını kademe gözetmeden, ilke düzeyi ile uygulama düzeyini ayırmadan, Türkiye'de din-devlet ilişkilerini derinliğine ele almadan yapmış olmalarıdır."

"Türkiye'nin, Türk devletinin, Türk milletinin bugünün şartlarında (evet tarihte değil bugünün şartlarında) İslâmla, Müslümanlıkla  ilişkisi nasıl olacak ve hangi düzeyde ele alınacak? Asıl /üst soru(n) budur. Bu soruyla kademe gözeterek ciddiyetle yüzleşmeden, Cumhuriyet devri dâhil İslam ve Türk tarih tecrübelerini hesaba katarak bu meseleyi tartışmadan Diyanet'i, laikliği, din- siyaset ilişkilerini hatta gayrimüslimlerin hukukunu konuşmak havanda su dövmek değilse kayıp malı, kendimizi kaybettiğimiz zor ve karanlık yerde değil de Nasrettin Hoca misâli aydınlık (parlak, parlatılmış) yerde aramak olacak."

"Kurumsal kimliğinden, icraatından, din anlayışından, işleyişinden, yeterlilik kapasitesinden, tarihsizlliğinden bağımsız olarak Diyanet İşleri Başkanlığının, din işlerinin, dinî alanın devletin çatısı altında bırakılması, yani devletle dinin birbirinden koparılmaması Türkiye'de doğru ve yerinde bir tercihtir. Hem felsefî olarak hem de tarihî tecrübelerimiz itibariyle. Çünkü bu topraklarda din ve devlet birbirinin mütemmim cüz'üdür. Bu şekilde bilindiği içindir ki bütün kaba ve baskıcı laiklik politikalarına, din işleriyle ilgili vasıfsız icraata, dinî hayatla ve dindarlarla ilgili tahkir edici ifadelere rağmen bütün Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir yetkili ağızdan "Türk devletinin dini yoktur" gibi bir cümle çıkmamıştır."

"Kısaca söylemek gerekirse Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere din eğitimiyle, dinî hayatla ilgili kurum ve kişlerin Türkiye'nin kendi sahalarıyla ilgili tarihî mirasını kıvam düzeyde / Türkiye'yi taşıyacak seviyede kuşatıp anlayacak, yorumlayacak, gelişterecek, bugünkü problemleri çözecek, geleceğe taşıyacak birikimi, vasfı, iradesi, kapasitesi yok. Maalesef yok. Basit bir örnek: tekpartili yılların en sıkıntılı zamanlarında basılmış ve hâlâ en önemli hadis çalışmalarından biri olan 12 ciltlik Tecrid-i Sarih Tercüme ve Şerhi'ni 1992'den beri ( yanlış görmediniz 1992'den beri) hâlâ basmayan, basamayan bir kurumdan, Diyanet'ten bahsediyoruz."

"(...) Sistem, katı kurucu ideolojik çerçeve, dar laiklik yorumu, daraltıcı siyasi etkiler alanı ve boğucu bürokratik işleyiş birçok şeyi belirleyip sınırlıyor. Yine de bilgi, birikim, vasıf, irade, nazarî olanla amelî olan arasında gidip gelme kapasitesi çok önemli."

"1924 yılından beri düşük sesle, 1960 darbesinden sonra daha açıkça dillendirilen dinin/diyanetin cemaatlara (son zamanlarda bir de  topluma, sivil topluma?) devri meselesi parlaklıktan ötede hiçbir karşılığı ve derinliği olmayan bir söylem, bir konuşukluk alanı gibi duruyor."

"Türkiye'de hukukî ve siyasî bir kavram olarak cemaat sadece gayrimüslimler için kullanılır."

"AB de Diyanet'i problem edinen, pazarlık unsuru olarak masaya süren uluslararası ittifaklardan biri."

Resim altı notlardan da iki alıntı:

"Türkiye'de cemaat ve tarikatlar Diyanet konusunda çift taraflı işleyen bir mantığa sahiptir. Bir taraftan Diyanet'in din anlayışını büyük ölçüde benimsemez, kendisine tasallutta bulunmasını istemez, diğer taraftan onun içinde yer almak, onun resmiyet ve meşruiyet imkânlarını kullanmayı, hatta Diyanet'i dönüştürmeyi, hizmetlerini "doğru yolda" artırmayı arzu eder. Diyanet de böyledir; cemaat ve tarikatların din anlayışını benimsemez, onu değiştirip dönüştürmek ister ama aynı zamanda onların kendi çatısı altında yer almasını arzu eder, bunu farklı yollarla gerçekleştirir. (...)"

"Diyanet İşleri Başkanlığı ile cemaat ve tarikatlar arasındaki ilişkiler 12 Eylül darbesinden sonra yeniden ele alındı ve düzenlendi. Bu aynı zamanda devletin, siyasi merkezin dinle, dinî alanlarla ilişkilerine yeniden nizam vermesi mânasına geliyordu. Fakat bu yeni organizasyonun Bediüzzaman'ın eserlerinin Diyanet tarafından basılmasına kadar varacağını kimse beklemiyordu. Bu da oldu. Risale-i Nur cemaatının bunu heyecanla ve hevesle karşılaması ise daha beklenebilir ve anlaşılabilir bir şeydi. (...) Gerçi Alevi klasiklerinin Diyanet Vakfı tarafından ve çok vasıflı bir şekilde, diğer kitaplara gösterilmeyen bir itina ile basılacağını da 10 yıl, 20 yıl önce kimse tahmin edemezdi."

amazon.com.tr'deki Bunuokudunmu dükkanından satın almak için tıklayın.

Yorumlar

Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekmektedir.