*1958 yılının Temmuz ortalarında, Maraş'ta, Çocuk Bahçesi'nin önünden geçmekte olan genç bir adamı işaret ederek: "İşte Nuri Pakdil bu!" dedikleri zaman gördüğüm kişiye hem hayret etmiş, hem hayran olmuştum. Bu kişi, âdeta yürüyen bir kafadan ibaretti. Bu kafa, usturayla kazıtılmış saçlarıyla beyaz, parıldayan bir tunç yontu halinde önümüzden, seri adımlarla ve kararlı bir amaca doğru yürüyordu. Yürüyen o tunç yontuyu bir daha unutamadım. Ama unutamadığım imge yalnızca bu tunç kafadan ibaretti. Ne üstündeki giysisi, ne başka bir şey. Hatırlayabildiğim başka hiçbir şey kalmamıştır sonradan o enstantaneden. Demek Nuri Pakdil buydu! Onun adını, benim liseye başladığım 1955 yılının sonbaharından başlayarak biliyordum. Liseye kaydımızı yaptırırken, kayıt yaptıran öğrencilere sattıkları Hamle Dergisi'ni çıkartan öğrencinin (ama ne öğrenci! Öğretmenlerini de örgütleyebilen, onları eğitebilen, tuhaf, ayrıksı biri: Dergi çıkartmak için öğretmenleri ona değil, o öğretmenlerine görev veriyor, onlardan yazı istiyor) bu Nuri Pakdil olduğunu öğrenmiş, fakat kendisini görememiştim.
*O tarihte o bizi tanımasa da biz kendimizi onun halefi olarak görüyorduk. Onun tek başına çıkarttığı dergiyi, biz en az beş-altı kişi olarak çıkartıyorduk. Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören, Ali Kutlay, ben ve daha başka arkadaşlar aynı deneyimin içinde yer alıyorduk. Ama bizim tek yayın organımız bu dergi değildi. Bu dergiyle birlikte, o sıralarda Maraş'ta yayınlanmakta olan yöresel gazetelerde sanat edebiyat sayfaları hazırlıyorduk.
*Nuri Pakdil'le tanışmamız zaman almadı. Ondan yazı isteyecektik. Onun, o zaman bile, o alçakgönüllü olanakları içinde (bu cümleyi elbette şimdi kuruyorum) edebiyat çevrelerinde tanındığını biliyorduk. Onun yazısı ve katkısı sayfamıza onur kazandıracaktı. Nuri Pakdil, hiç kapris yapmadan, kendini naza çekmeden istediğimiz yazıyı verdi. Bununla kalmadı, sayfamızın düzenlenmesine de katkı sağladı.
*Bu karşılaşmamızdan on-onbir yıl sonra, birlikte dergi çıkartacağımızın aklımızın ucundan bile geçmesi söz konusu değildi.
*Sanıyorum 1964 yılıydı. Haftalık Yeni İstiklâl Gazetesinin editörlüğünü üstlendi bir süre. O gazetede sanat edebiyat sayfaları düzenledi. O sayfalar için bizden de yazılar, öyküler istiyordu.
*1965'te Ankara'ya gitti. Bir bakanlıkta hukuk müşavirliği yaptı. Sonra 1967 yılında Devlet Planlama Teşkilatı'na geçti. Aynı yıl ben de fakülteyi bitirip aynı teşkilata girdim. 1967 yılının Mart ayında Diriliş dergisi tatile girmişti. Uzun bir tatil dönemi yaşadı. Bu arada bizler de, Diriliş dergisinin çıkartılması için Sezai Karakoç'un teşebbüsünü bekliyorduk. Benim hazır bulunmadığım bir toplantıda, Ankara'da, Sezai Bey, derginin daha bir süre çıkartılamayacağına dair telmihlerde bulunmuş. Bizlerse, bir dergi ortamı içinde bulunmamız gerektiğini düşünüyorduk.
*Edebiyat dergisinin çıkartılması, masa başında alınmış bir defalık bir kararla belirlenmedi. Âdeta bir süreç içinde kendiliğinden oluştu. (...) İlk sayısının Şubat 1969'da yayın hayatına çıkartılması kararlaştırıldı.
*Pakdil, dergiyi eyleminin bir parçası olarak görüyordu. Dergi,onun düşünsel silahıydı.
Köylülükten nefret eden Nuri Pakdil, çıkarttığı dergide olsun, yönettiği yayınevinde olsun estetiğe son kerte dikkat ediyordu.
"Bütün bunlardan geriye, Nuri Pakdil'den ilkeli bir duruşun kaldığını ilan edebiliriz. Bu ilkeli duruş, onu, ilkeden yapılmış kalenin içinde bir başına kalmaya hükümlü tutar. (...) İmdi Nuri Pakdil'in eylemi denince aklımıza ne geliyor? Veya en çok ne geliyor? O bir şair midir? Bir oyun yazarı mıdır? Yoksa salt bir yazar mıdır? Yazı alanında belki bunların toplamıdır, ama onu bu türlerin herhangi birine indirgeyemeyeceğimiz bellidir. (...) Nuri Pakdil ile ilk kez bu son kitaplarıyla karşılaşan birinin bu yazıları nereye koyacağı bence merak edilmeye değer.(...) O, düpedüz değil, fakat engebeli olarak anlatmayı yeğliyor. Ve bu engebeli, sarp anlatım tarzıyla kendini örtmeye, gizlemeye, kendini kelimelerden örülmüş bir kulenin içine gömmeye savaşıyor. Onun, yazı üslûbu, berraklıktan muğlaklığa doğru seyrediyor. Onun, başlangıçtaki yazıları ne denli açık ve berrak ise son yazdıkları da o ölçüde kapalı ve muğlak duruyor.
*Ortadaki lafların bir yaşamöyküsüne göndermede bulunmadığı bellidir. Eğer ortadan laflar edeceksek, şunu belirtmekte yarar var: Önemi olan şeylerden sıradan insan da söz açsa o şey önemini yitirmez. Ama dahinin bahsettiği önemli şeyin önemi böyle bir bahsedilmeyle önem kazanır. İşin özü bu kadarcıktır.
Hece (Aylık Edebiyet Dergisi), sayı:85, özel sayı:7
Rasim Özdenören
Yayınevi:Hece Yayıncılık Ltd. Şti.
Baskı Yılı:2004
Alıntı Sayfası: 227-235
ISBN: 1301-210X
Alıntı Yapan: Yahya Bereket
Okunma Sayısı: 1984