Ebû Bekir-i Vâsıtî, kendi âleminden sıyrılınca bir tımarhaneye gitti. Orada bir delinin sarhoş hâlde nâra atıp el çırpmakta, neşeden oynayıp zıplamakta olduğunu görd. Ona, "Ey gafil! Adamakıllı iplerle bağlanmış, 'adeta kahrolmuşsun, şu zindanda. Fakat görüyorum ki sevinç içindesin. Söyle bana bu neşe nedir? Köle olmuşsun, neden kendini hür sanırsın?" dedi.
Deli şöyle cevap verdi:
"Ayağımda zincir var, ama gönlümde bağ yok. Aslım, hakikatim ise gönülden ibaret. Hür bir gönle sahip olduktan sonra şu kölelik, bana vuslattır. İyice bil ki, bir nice müşküle uğradım ben. Ayağımı bağladılar, ama gönlümü bağlayamadılar."
İki âlem nedir? Bir deniz. Adı da gönül. Sen denizdesin ama ayağın balçığa saplanıp kalmış. Bir an için gönül denizine dal da âlemi kendinde kaybolmuş gör. Yüz âlem olsa yüzü de gönülde gizlenir. Artık nasıl olur da yüzlerce âlem gözüne görünür? Orada yerin de göğün de gerçeğini anlayacaksın. Göreceksin ki sen, hem bu âlemsin hem o âlem.
âlem sende görünüp dururken bu bir anlık yere niçin iltifat edersin? Dilersen, senin için bir an içinde bir cihan zuhur eder. Bu âlem, senin için ahlat (kan, safra, irin, balgam) âlemidir, sebepler dünyasıdır. Yedi iklim, âdeta yedi suyla yazılmıştır, sebatı yoktur.
O âlemdeyse kuş yumurtadan çıkmaz. Saray mermerden yapılmaz. Hûriler, hayız kanından oluşmaz. Orada bal, arıdan olmaz. Ne süt keçiden çıkar, ne şarap üzümden... Ne kebap olmuş kuş ateşte pişmiştir, ne çeşit çeşit yemekler, ocakta... Orada vasıtalar ortadan kalkar. Her şet, o âleme yokluk aleminden dökülür, gelir. Her ne istersen hepsi, senin dileğinden hasıl olur.
Kendini küçük görme! İki âlemi, senin ruhundan ve bedeninden başka bir şey bilme! Her şey sensin. Ateşten ne zamana kadar korkacaksın? Gönlün arştır, göğsün kürsü... Eğer gönlünü bu âlemde onun aşkıyla yaktın ise neden cehennem ateşinde yanasın?