"Dekûkî, gemide kopan kıyameti görünce merhameti coştu ve gözyaşları aktı. Dedi ki: 'Yâ Rabbî; onların yapmış olduklarına bakma! Ey iyi işler yapan Pâdişah-ı mutlak; ellerinden tut, kendilerini halâs eyle! Ey kudret eli denize de, karaya da erişen Kadir ve Kayyûm! Onları selâmetle ve hoşça olarak karaya çıkar. Ey ebedî olan Kerîm ve Rahîm; sana sûizan etmiş olanların o kötülüğünü affeyle! (...) Allah'ın has kulları merhametli ve halimdirler. İşleri düzeltmekte İlâhî ahlâka sahiptirler. (...) o manevî pehlivan olan Dekûkî'nin duâsı berekâtıyla gemi batmaktan kurtuldu. Gemidekiler ise kurtuluşu kendi cehd ve gayrretlerinden sandılar. (...) Biz de tilki gibiyiz; evliyâullah ise bizi yüz türlü mihnetten kurtaran ayaklar durumundadır. Derin hilelerimiz de, kuyruğumuz gibidir ki, onunla biz sağa sola oynar dururuz. (...) Okuyacağımız efsunlar, yani vereceğimiz mâlumât ile göklere mâlik ve halka hâkim olmak arzusundayız. Halbuki kendimizin çukur içinde olduğumuzu göremiyoruz. (...) Ey eşek gölgesi gibi eşek kuyruğuna merbut olan, öpülecek bir yer buldunsa bizi de götür. Madem ki dostunun bendeliği sana nasip olmadı, şahlığa meyletmen nereden peyda oldu? (...) Ey tilki gibi hilekâr! Bu hile kuyruğunu bırak da kalbini kalp sahibi olanlara bağla. (...) Semâlardan yüksek olan bir gönül, ya abdâlların, yahut peygamberlerin kalbidir." (s. 400-401)
"Meryem oğlu İsâ, sanki bir aslan kanını dökmek istiyormuş da ondan kaçıyormuş gibi bir dağa kaçıyordu. Biri onun ardından koşarak yetişti ve: 'Hayrola, kuş gibi niçin kaçıyorsun, arkanda kimse yok?' diye sordu. Hz. İsâ o kadar süratle kaçıyordu ki, acelesinden adamın sualine cevap vermedi. Bir müddet onun arkasından koştu ve peşini bırakmaksızın Ruhullah'a seslendi: 'Allah rızâsı için bir parça dur ki senin böyle kaçışın bana bir mesele oldu. Ey kerîm zât, bu tarafa doğru kimden kaçıyorsun? Arkanda ne bir arslan, düşman, ne de bir korku var?' Hz. İsâ dedi ki: 'Ahmaktan kaçıyorum. Git, bana mâni olma ki kendimi kurtarayım.' Soran dedi ki: 'Nefesiyle körlerin ve sağırların iyileştiği Mesih sen değil misin?' İsâ: 'evet benim,' dedi. (...) Soran: 'Ey güzel yüzlü İsâ! Çamurdan kuş yapan sen değil misin?' dedi. Hz. İsâ: 'Evet,' dedi. Soran tekrar: 'Ey ruhu pak, her ne ister isen yaptığın halde kimden korkuyorsun?' diye sordu. İsâ Aleyhisselâm dedi ki: 'Cesedi ibda eden ve ruhu halk eyleyen Cenâb-ı Hakk'ın zât-ı pâkına yemin ederim. Allah'ın pâk ve münezzeh olan Zât ve sıfatına yemin ederim. Felek bile yenini, yakasını yırtmış, ona âşık olmuştur. O duayı ve o ism-i âzamı ben sağıra ve köre okudum iyileştiler. (...) Ölü bir cesede okudum, dirildi. Hiçbir şey olmayana okudum, meydana geldi, bir şey oldu. O duayı şefkat ve merhametle, ahmak kalbine yüzbinlerce kere okudum, faydası olmadı. O ahmak katı taş oldu, ahmaklık tabiatından dönmedi. Çorak bir kum oldu da ondan bir ot bitmedi.' O kimse Hz. İsâ'ya sordu ki: 'İsm-i İlâhînin bunda müessir ve şâfî olup da onda olmamasının hikmeti nedir? Diğerleri de hastalıktır, bu da. Onlara deva olup da buna olmamasının sebebi nedir?' İsâ Aleyhisselâm cevap verdi ki: 'Ahmaklık kahr-ı İlâhî olan bir hastalıktır. Körlük kahr değildir, ibtilâdır. İbtilâ bir hastalıktır ki mübtelâsına acınır. Ahmaklık da bir hastalıktır ki başkalarını yaralar. Ahmağa vurulan dağ, Allah mührüdür. O mühür üzerine hiçbir el bir çâre bulamaz.' Ahmaklardan kaç ki, İsâ da onlardan kaçtı. Ahmakla sohbet nice kanlar dökmüştür. (...) İsâ'nın ahmaktan kaçışı korkudan değil, halka göstermek içindi. Çünkü o, Allah'ın hıfzıyla emindi. Kış soğuğu ufukları doldurursa ondan güneşe ne gam gelebilir?" (s. 414-415)
"Alçakların elinde ilim, mal, mevki ve hüküm, halk için fitne olur." (s. 557)
"Bir kimse başsız kımıldanırsa o kuyruk olur. Onun kımıldanması akrebin hareketine benzer. O akrep çarpık gider; gece görmez, çirkindir ve zehirlidir. Sanatı ise pâk olan cisimleri sokmaktır. O akrebin başını ez. Onun sırrı ve dâimî huy ve tabiatı böyle insan sokmaktır. Onun başının ezilmesi salâhına hizmet eder. Onun can kırıntısı, yâni tam bir can demeye lâyık olmayan ruhu, o uğursuz cesedinden kurtulmuş olur. Delinin elinde bulunan silahı al da adâlet ve sulh ehli senden razı olsun. Silahı olan ve fakat aklı bulunmayanın elini bağla. Yoksa o silahlı deli yüzlerce zarar verir." (s. 557)
"Eski ümmetlerden hepsinin helak olması, kayayı ağaç zannettiklerinden yâni bâtılı hak vehm eylediklerinden idi. O helak olan ümmetlerin de temyiz kudreti vardı. Lâkin hırs ve tamâ insanı kör ve sağır eder." (s. 568)
"Kalbinde kerâhat bulunan kimsenin 'Elhamdülillah' demesi, şeytanlıktır, hiledir, efsundur ve münafıklıktır." (s.569)
Bilinmeyebilecek kelimelerin karşılıkları:
/halâs eylemek: kurtarmak, kurtuluşa erdirmek / Kayyûm: Allah [kelime, bâki ve kâim olan, ezelî anlamındadır] / halîm: tabiatı yavaş olan, yumuşak huylu. (Allah adlarındandır] / merbut: bağlı / bendelik: kulluk, kölelik, bağlılık / ibda etmek: örneksiz olarak bir şeyi yoktan meydana getirmek, yaratmak / ism-i âzam : Allah'ın isimleri (Esmâ-i Hüsna) olan ve Kur'an'da geçen 99 ismin üstünde sayılan, 'Allah' ve 'Hüve/ Hû' olduğu olduğu ileri sürülen en toplayıcı (camî) olan isim /
temyiz: ayırma, seçme, iyiyi/doğruyu kötüden/ yanlıştan ayırma / tamâ: doymazlık, açgözlülük / kerâhat: (kerâhet de denir) İğrenme, tiksinme, istememe /