Dolayısıyla Câmî'ye göre tevhid, amelî tevhidin nazarî tevhide bağlanmasıyla tahakkuk edebilmektedir; buna göre amelde muvahhid olanın nazarında da bu vahdete erişmesi doğal bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Nazarda tevhid ise, "Lâ mevcûde illellah" fehvâsınca vahdet-i vücûda kail olmaktır. Câmî, ed-Dürretü'l-fâhire'de vahdet-i vücûdun nazar ve burhân ile değil, keşif ve ıyân yoluyla isbat edilebildiğini söyler. Nitekim sûfîler kalplerini her türlü kevnî alâkadan ve ilmî kayıtlardan temizleyerek Hakk'a yönelirler ve bütün himmetlerini hiçbir kesinti ve başka bir düşünceye yer vermeksizin bu teveccühe hasrederler; Allah Teâlâ da bu gayreti, onlara eşyanın hakîkatlerini, yâni vahdet-i vücûd hakîkatini göstererek ikramda bulunur. Bu da demek oluyor ki amelen seyr u sülûk tecrübesine sahip olmayan sûfi, nazar olarak vahdet-i vücûda vâsıl olamayacaktır. Ona göre hakîki anlamda muvahhid olmak için yine Levâyih adlı eserinde vârid olan şu süreç vukû bulmalıdır: Hakk'a tâlip olan sâlik evvela nazargâh-ı ilâhî olan gönlünden Hakk'ın gayrısı ne varsa defedecek ve o ulu misafir için gönül hânesini mâmur hâle getirecektir. Bunun için mâsivâ adı verilen bütün kevnî alâkalardan talep ve irâde elini çekecek ve onlardan asla râzı olmayacaktır. Zîrâ mâsivâ, Hakk'ın var ettiği ve fakat kemâle ermemiş bir nazar için kendisine, yâni hakîkate perde olmaktan başka bir şey değildir. İşte Hakk'a vuslatın önündeki ilk engel olan bu mâsivaya olan arzu ve isteğinimhâ edilmesiçok büyük bir gayret ve ciddiyet gerektirmektedir ki bu gayret ve mücâhede Hak ile sapasağlam bir "nispet" kurulmadan mümkün ve kolay olmayacaktır. Nisbet ise Şerh-i Rubâiyyât'ta geçtiği üzere, râbıta da denilen, mürşid hazretlerinin hayâlini hatıra nakşetmek ve huzûrdan alıkoyan havâtır geldiğinde de "yâdkerd" ile ifadesini bulan kelime-i tevhid zikrinde sebat göstermektir. Bu zikir ile sâlik hem mâsivâyı nefyedecek hem de aynı anda Hakk'ı isbat edecektir. Öyle ki Hak ile arasında yalnızca kendi vücûdu kalacak ve bu nihâî engelden de fenâ ve dahi fenâ-i fenâ ile halâs olacaktır. İşte böylece amelde tevhide ulaşan sâlik artık tevidin ikinci veçhesi olan ilim ve düşüncede, yâni nazarda da tevhide yönelecek ve fenâdanrücû ile yeniden doğduğu hayâta vahdet-i vücûd penceresinden bakacaktır. Bu makam mâsivânın artık gayr görülmediği bilakis Hakk'ın mazharı ve O'nun hakîkatinin tecelligâhları olarak görüldüğü, yâni Hz. Peygamber'in "Allah'ım bana eşyayı olduğu hâl üzere göster." duasının tahakkuk ettiği makamdır. Dolayısıyla en üst mefhum olan varlığa ilişkin hakîkatleri de itmâm ve ikmâl eyleyen sâlik hakîkî bir muvahhşd olacaktır.
Molla Câmî'de Varlık
Ed. Abdulrhman Acer - Şamil Öçal
Yayınevi:Litera Yayıncılık
Baskı Yılı:2016
Alıntı Sayfası: 79-80
ISBN: 978-605-9925-89-1
Alıntı Yapan: paradoksal
Okunma Sayısı: 1760