Benizleri daha uçuk olduğu fark olunan bir yirmi kadar adamı toz duman içinde haykırmalarla ileri sürerek döndüler. Mahrut şeklinde, siyah abadan, ufak bir külah bunların matruş kafalarını örtüyordu. Hepsi tahta kunduralar giyiyor ve yürüyen yük arabaları gibi gürültü yapıyorlardı. Serviler yoluna gelince kendilerini isticvap eden halk arasında kayboldular. İçlerinden biri ayrı kalmış ayakta duruyordu. Gömleğinin yırtıkları içinden omuzlarının uzun bıçak yaraları ile çizilmiş olduğu görülüyordu. Başını eğerek etrafına şüphe ile bakıyor ve gözünü kamaştıran meşalelere karşı göz kapaklarını biraz kapıyordu; lakin bu silahlı adamlardan hiçbiri tarafından kenine ilişilmediğini görünce göğsünden geniş bir nefes çıktı. Çehresini yıkayan gözyaşları altında dili dolaşıyor, bıyık altından gülüyordu. Sonra dolu bir testiyi kulplarından yakalayarak zincirler sarkan kollarının ucunda doğru havaya kaldırdı ve sonra göğe bakarak ve elinde daima testiyi tutarak dedi:
-Evvela sana selam, ey halaskâr Baal-Eşmun ki vatanımda sana Escülap derler. Ve size, ey sular, nurlar ve ormanların müvekkel melekleri! Ve size ey dağların altında ve toprak oyuklarında saklanan mabutlar! Ve size ey beni kurtaran parlak silahlı kuvvetli adamlar