Hacca gidip yiyip, içip, eşe dosta hediyeler alıp, bu arada haliyle haccın şartlarını da yerine getirip, ama manevi olarak bir menzil geçmeyene ben ne diyeyim.
Aslını ararsanız bu insan nefsi ile ilgili bir şey. Ha bir lüks otel istiyorsunuz, ha otobüse binmek için öteki hacılarla kavga ediyorsunuz, ha gökdelenin katlarını sayıyorsunuz, yahut yattığınız yatağı beğenmiyorsunuz.
Dünyadan kopmak o kadar kolay değil.
Herkesin meczup olması da gerekmiyor. Ama orada, o kutsal mekanda her Allah dediğinizde gözleriniz yaşarmıyorsa o manevi iklimden nasibiniz yok demektir. Dönüşte hac hatıralarınızı anlatırsınız. Bir daha gidersiniz, bir daha, bir daha. Ve her gidişinizden sonra anlattıklarınız Kâbe'nin etrafındaki inşaatlar üzerine olur. Arapların pisliğinden, Afrikalıların görgüsüzlüğünden, İranlıların kabalığından Endonezyalıların inceliğinden falan dem vurursunuz.
Bilmem Hz. Peygamber'in kabri karşısında ne hissedersiniz. Hislerinizi dile getirebilir misiniz?
Ben getiremedim.
Sevdiğimi söylemeyi beceremedim.
Ama onun adı geçtiğinde gözümden iki damla yaş aktı.
Hepsi bu.
Bunu kaybedersek herşeyi kaybederiz.
Unutmayın iman kalpte olur.