İnsanın kendisinden bahsetmesi için dış sebep bulmaya, haricî bir muharrik güç aramaya lüzum yok. Zaaflarını örterek, faziletlerini öne çıkararak görünür, güzel, güven telkin eden bir portre ortaya çıkarması için de... Kişinin daha ziyade karşısındakinin kusurlarına odaklanan iç donanımı, özgüven tabiatı, kendini savunmaya müheyya kıskanç melekeleri buna fazlasıyla yeter.
Bu yüzden olsa gerek, otobiyografi ve hatırat kitaplarında sübjektiflik esas itibariyle mazur görülen bir şeydir.
Peki ama kendisine aşık olmakla malûl insanoğlu niçin "başkası"nın hal tercümesini yazmak konusunda tarih boyunca bu kadar göz nuru döküp dirsek çürütsün, bu ölçüde mürekkep akıtıp ak sahifelerin yüzünü karartsın?
Değil mi efendim bu çaba niye?
İş bu soruya intikal ettiğinde biraz yavaşlamak ve mümkünse adım adım, kademe kademe yol almakta fayda var.
Birinci kademe: Derler ki insan kendini(benini) tanımak ve bilmek ameliyesini tek başına gerçekleştiremez, kendi cinsinden bir başkasına, "sen"e muhtaçtır. Ona ayna olacak, ayna tutacak biri(leri) lazım. ("el-Mü'miinü mir'atü'mü'min: Mümin müminin aynasıdır" meâlindeki bir hadis-i şerif rivayet edilir, onu da bu meyanda hatırlayalım).
Dikkat etmişsinizdir sanırım; dillerin zamir, yani kişi(lik) sıralamaları da enteresan bir şekilde kültürden kültüre farklılık gösteriyor: Biz meselâ birçok dilbaz gibi "ben, sen,o" diyerek kendimizden başkasına doğru gidiyor, yukarıya tırmanıyoruz ama meselâ Kur'an dilini konuşan Araplar "o, sen, ben" diyerek başkasından kendine geliyor, yukarıdan aşağıya doğru iniyorlar.
Niçin acaba? Derinlerde akan bir mantığı olmalı değil mi bu yapının?
Hatırlayın lütfen, "o" zamiri hem en uzak ve dolaylı olanı ifade eder; beni değil, seni değil, onu anlatır, hem de bizzat Tanrı'yı yani en yakın ve dolayımsız olanı, şah damarından daha yakını, içimizdekini, gönülde taht kuran Çalab'ı birlikte ifade eder: Hû. Yani O...
Aşk ile bir daha Hûûû.
Kişi başkasından bahsetmekle, gayrı hal tercümesini yazmakla aslında yazarın iktidar ve maharetine göre teşekkül etmiş bir üslup ve tarz eşliğinde kendinden bahseder, kendini yazar, en azından bunu dener. "Başka"sıyla birlikte, onun omuzlarına basarak, ondan güç devşirerek, onun sayesinde yükselir/yücelir yahut kendini görünür kılar, başkalarının sırasına hizalanır, onlarla fotoğraf verir. Edebiyatçıların ve sanatkârların kahramanları ve tipleri de biraz böyledir; hepsinde bir miktar kendisi vardır, en iyi anlattığı kahraman(lar) kendisidir. Mânevi boyutu da olan bir tecrübe veya sadece "bencilce" bir tatmin. (Şimdilerde sosyopsikolojik açıklama meraklılaeı buna "başkası üzerinden kendini tanımlamak/anlamak" da diyorlar).