Işk, mevcûdâta akmış olduğundan, aslında bir yönüyle herşey ışk'tır; vucûdda ışk'tan başka bir şey yoktur; çünkü varlığa gelen, görünüşe çıkan herşey ışk'tandır; ışk iledir ve ışk içinde akar. Mevcûdât dairesinde, sûfîlerin ışkı, Fârâbî ve İbn Sînâ'nın kozmik ışkıyla örtüşebilir. Ancak, tekrar pahasına, Ahmed Gazâlî çizgisinde, ışk aşkın bir birliğe sahip olduğundan, ışk'ın akışı mecazî bir değer taşır; bazı meşşaî yaklaşım sahiplerindeki gibi, yalnızca kozmik ışk diye bir adlandırmaya gidilmez.
Horasan sûfîlerine göre, özü ışk olan ruh, yok-iken varkılınmış ve tam bu noktada ezel ile ebed arasındaki yolculuğa başlamıştır. Bedenle ittisalinden sonra, ruh, kendisine varan yolu, ışk üzerinden, ışk içinden kat ederek, kendisine ulaşır. Unutulmamalıdır ki, bu anlayışta insanî öz'ün de sıfatı ışktır. Hayat dairesinde ruh-ile yolculuk eden ışk, sürekli köken/mebde özlemi duyar; ancak bu dönüş, âşık ile maşûk'un sûfî ittihâdı; yani fenâsıdır. Başke bir deyişle, beden-ruh ikiliği, ışk ile fenâ mertebesinde tevhid'e dönüşebilir. Bu bakış-açısı, sûfîlerin, hakikat-i icâdiyenin insan ile son bulmadığını, tersine devam ettiğini, tekâmülün insanın manevi ikliminde süredurduğunun söylemeleriyle ilişkilidir.