Özellikle çağımızda ve özellikle ülkemizde şehri kurmanın, şehirde yaşamanın, şehri kullanmanın ve şehri dönüştürmenin ahlâkî boyutu göz ardı ediliyor.
Daha doğrusu göz ardı edilmiyor da şöyle söyleyeyim:
İnsanî öğelerden, ilkelerden yola çıkan, -hatta biraz daha netleştirelim- İslam Medeniyeti'nin değerlerinden yola çıkan bir değerler sisteminin davranış biçimleri ve bununla ilgili ahlâk, şu anda bizim şehirlerimizde görülmüyor.
Onun yerine bütünden koparılmış bir kapitalist ahlâk görüyoruz! Mesela kapitalist sistemin bir sistem olarak tümüyle tatbik edildiği şehirlerde de bir ahlâk var. Ama şu anda Türkiye'de ne o ne bu... Sıkıntı orada.
Kapitalist sistemden bir parça kopardık, sistemi tümüyle almadık, alamadık. İyi veya kötü orasını tartışmıyorum ama başımıza gelen, ondan alınan hırs öğesi, "Benim olsun!", "Güçlü olsun!" öğesi şu anda görülüyor ama kapitalist sistemde o öğeyi denetleyen toplumsal bir denetim mekanizması vardır. O bizde yok.
Onun için böyle ucube şehirler ortaya çıkıyor... Daha doğrusu yaşanılamaz şehirler ortaya çıkıyor. İlk etapta belki bu şehirler bazı insanlara veya bazı kesimlere büyük imkânlar sağlıyor. Ama unutmayalım ki hayata bir bütün olarak baktığımız zaman -çünkü hayat bir bütün- bunun maliyeti çok yüksek oluyor ve bunun da maliyeti önce fiziksel, bedensel, sonra ruhsal tekrar bize dönüyor.