*Kimi Şarklı ırk ayrımcılığı uygularken kimisi de ayrımcılığa karşıysa, "özünde hepsi Şarklı" dersiniz ve sınıfsal çıkarların, siyasal koşulların, iktisadi etmenlerin konuyla hiçbir ilgisi kalmaz. Ya da Filistinli Araplar İsrail'in kendi topraklarına yerleşmesine, buraları işgal etmesine karşı çıkıyorlarsa eğer, Bernard Lewis'le birlikte, bunun "İslamın dönüşü"nden başka bir şey olmadığını veya ünlü çağdaş bir Şarkiyatçının saptadığı gibi, İslamın Müslüman olmayan halklar karşısındaki direnişi olduğunu söylersiniz -yedinci yüzyılın muteber bir İslam düsturudur bu. Tarih, siyaset, iktisat önemsizdir. İslam İslamdır, Şark da Şark; sol kanada, sağ kanada, devrimlere ilişkin tüm düşüncelerinizi alın, götürüp Disneyland'e tahvil edin lütfen. (s. 117)
*Vatikiotis'in derlemesinin en güzide parçası, Bernard Lewis'in kaleme aldığı "İslamda Devrim Anllayışları" denemesidir. Bu yazıda strateji incelmiş haliyle çıkar ortaya. Günümüzde Arapça konuşanlar için savr sözcüğü ile yakın türevlerinin devrim anlamına geldiğini birçok okur bilir; Vatikiotis'in Girişinden de öğrenilebilecek bir şeydir bu. Ancak Lewis makalesinin sonuna değin savra'nın anlamını söylemez; devle, fitne ve bugât gibi kavramları, tarihsel ve daha çok da dinsel bağlamlarında inceledikten sonra gelir savrâ' ya. Bu denemede, "Batı'ya özgü 'kötü yönetime direnme hakkı' öğretisinin İslami düşünceye yabancı olduğu", bunun İslamda birer siyasal tutum olarak "bozgunculuğa" ya da "dünyadan elini eteğini çekmeye" yol açtığı görüşü ortaya konur temelde. Denemenin hiçbir noktasında, tüm bu terimlerin sözcüklerin tarihinden başka bir yerlerde de ortaya çıkıp çıkmadığı konusunda emin olamaz insan. Denemenin bitiminden az önce şunları okuruz: (...)
Bu alıntının tamamı, göstermelik bir alçakgönüllülükle ve art niyetle doludur. Modern Arap devriminin kökenbilimsel açıklaması niyetine ayağa kalkan deve düşüncesini sunmak niye? Önünde sonunda, modern Arap devriminin itibarını sarsmak için bulunmuş zekice bir yöntemdir bu. Lewis'in derdinin, devrimi çağdaş değerinden yoksun bırakıp, olsa olsa yerden yekinen bir deve kadar asil (ya da güzel) bir şeye indirgemek olduğu açıktır. Devrim heyecandır, fitnedir, küçük bir hükümranlık kurmaktır, daha öte bir şey değil; en iyi öğüt (bunu da yalnızca bir Batılı bilginin, bir Batılı beyefendinin verebileceğini hissederiz), "heyecan yatışana kadar beklemek"tir. Bu küçümseyici savrğı açıklamasından, -Lewis'in müstehzi araştırmacılığıyla bile kavranamayacak kadar karmaşık koşullar altında- sayısız insanın savrâ'ya fiilen bağlanıp katıldığını çıkarmak olanaksızdır. (...) Devrimi betimlemek için kullandığı her sözcüğe, her ifadeye cinsellik karışır (...) Yaydığı masumane ilim havasına, kullandığı edepli dile rağmen Lewis'in sözlerinden çıkan sonuçlar bunlardır kanımca. (...)
Lewis, biraz daha incelenebilecek ilginç bir vaka; zira Ortadoğu İngiliz-Amerikan topluluğunun siyasal dünyasında Şarkiyatçı bilimadamı sıfatını taşıyordu Lewis, alanın "yetke"si yazdığı her şeyin içine işlemişti. Ne ki, en azından onbeş yıl boyunca çoğu çalışması, incelikli, nükteli şeyler yazmak için gösterdiği çabalara karşın, saldırganlığa varan bir ideolojiklik sergiledi. (...)
Lewis, Arapları ve İslam'ı teşhir etme, küçültme, itibarsızlaştırma tasarısına öyle saplanıp kalmıştır ki, bir araştırmacı ve tarihçi olarak sahip olduğu enerji bile yarı yolda bırakır onu. Sözgelimi, 1964 tarihli bir kitapta "İslamın İsyanı" diye bir makalesi yayımlanır; oniki yıl sonra da, büyük ölçüde aynı malzemeyi, yeni bir yayına (Commentary'ye) uydurmak üzere biraz değiştirerek, "İslamın dönüşü" diye yeni bir başlıkla yeniden yayımlatır. (...) Lewis'in bu değişimle hedeflediği şey, yeni okurlarına, Müslümanların (ya da Arapların) niçin hâlâ dize gelip Yakındoğu'daki İsrail hakimiyetini kabullenmediklerini açıklamaktır. (...)
Lewis'in burada da, başka yazılarında da, araştırmacı değil polemikçi olarak hedefi, İslamın salt bir din olmadığını, Yahudi aleyhtarı bir ideolji olduğunu göstermektir. (...) Ortadoğu'da İsrail dışında demokrasinin olmadığını söyler, ama İsrail'de Arapları yönetmek için kullanılan Acil Savunma Düzenlemelerini anmaz bile. (...)
Bu temel "hakikatler" belki de en tartışılmaz, en tuhaf olanı ( zira, böyle bir şeyin başka herhangi bir dil için iddiaedilebileceğini düşünmek çok güçtür), bir dil olarak Arapçanın tehlikeli bir ideoloji olduğu savıdır. (s.329-334)
*Lewis'in yarattığı laf kalabalığı, görüşünün ideolojik temellerini de neredeyse her şeyi yanlış anlama konusundaki olağanüstü yeteneğini de gözden gizleyemiyor pek. Kuşkusuz Şarkiyatçı soyunun bildik nitelikleri bunlar; bu soyun kimi üyeleri, başka Avrupalı olmayan halkların yanı sıra Müslüman halklara da fiilen kara çaldıklarını dürüstçe kabullenme cesaretine sahiplerdi hiç değilse. Lewis'te yoktur bu. (...) Tipik bir örnek olarak, benim Şarkiyatçılık eleştirim ile klasik antikçağ araştırmalarına yönelik varsayımsal bir saldırı arasında kurduğu benzetmeye bakalım; böyle bir saldırıda bulunmak, aptalca bir edim olur, der Lewis. Öyle olur elbette, ama Şarkiyatçılık ile Helenizm kesinlikle karşılaştırılamaz. Şarkiyatçılık, dünyanın koca bir bölgesini betimlemeye yönelik, bu bölgenin sömürge fethine uğramasına eşlik eden bir girişimdir. Helenizmin ise ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Yunanistan'ın doğrudan sömürge fethine uğramasıyla hiçbir ilgisi yoktur; ayrıca Şarkiyatçılık İslama duyulan nefreti dile getirir, Helenizm ise klasik Yunana duyulan beğeniyi. (...) Lewis bir yandan İslam şarkiyatçılığını masum, gayretkeş bir araştırmacılık dalı statüsüne indirgemek, öte yandan da Şarkiyatçılığı, (ben ve başka birçokları gibi) Şarkiyatçı olmayanların eleştiremeyecekleri bir biçimde var olan, çok lkarmaşık, çeşitlenen, teknik bir şeymiş gibi göstermek ister. Lewis'in buradaki taktiği, tarihsel deneyimin önemli bir kısmını örtbas etmektir. (s.357-358)