Aziz Mahmud Hüdâî (k.s.)
Aziz Mahmud Hüdâî 948/1541 târihinde Koçhisar'da dünyâya geldi. Atâyî, "Şakâyık Zeyli"nde Seferhisar'lı olduğunu söylemektedir (Bursevî, İsmail Hakkı, Silsilenâme-i Celvetiyye, s.64). Tıbyânü'l-Vesâil'de Koçhisar'da doğduğu kayıtlıdır (Atâyî, Zeylü'ş-Şakâyık, İst.,1268, s.760)
Hüdâî, ilk tahsilini tamamladıktan sonra bazı Halvetî şeyhleriyle görüştü. Daha sonra İstanbul'a gelerek, orada Molla Nâzırzâde'nin talebesi oldu. Bir ara Edirne'de, Sultan Seli Medresesi'nde hocasına muîd oldu (978/1570)
Şam ve Mısır kadılıklarında da bulunan Hüdâî, bu iki şehirde bulunan Halvetiyye Tarîkati şeyhleriyle görüştü. 981/1573 târihinde, otuzüç yaşlarında Bursa Ferhâdiye Medresesi'ne müderris tâyin edildi, aynı zamanda "Mahkeme-i Suğra Nâibliği" görevini de yaptı.
Hüdâî 984/1576 târihinde Şeyhi Üftâde'ye intisab edip, üç sene kadar onun terbiyesi altında Celvetî usûlü üzere sülûktan sonr, Anadolu'da Seferhisar isimli şehirde halîfe olarak irşâda başladı. Bu şehirde altı ay kadar kaldığı rivâyet edilmektedir. Seferhisar'da da Halvetî Tarîkatinden Baba Aziz isimli bir şeyhten "tarîk-i esmâ" gördü, tecelliyât ilminden bir hayli mertebe kazandığı bu meyânda zikredilir.
Hüdâî Seferhisar'dan tekrar Bursa'ya döndü. Şeyhi Üftâde ile birkaç gün sohbet ettikten sonra, İstanbul'a gelerek, İstanbul'da Rum Mehmed Paşa Câmii yakınında bir evde onaltı sene kadar riyâzet ve mücâhede ile meşgul oldu.
İsmail Hakkı Bursevî, daha sonra Hüdâî'nin bir rüya tabir etmesi vesilesiyle I.Ahmed'le tanıştığını, bu tanışmadan fazlasıyla memnun olan Sultanın bin altın ile taltif ettiğini, hattâ kıyafet değiştirerek, huzûruna gelip elini öptüğünü ve ona intisab ettiğini kaydeder(Bursevî, İsmail Hakkı, Silsilenâme-i Celvetiyye, s.83).
Hüdâî, dünya süsüne, malına, mansıbına bağlı kalmayan, aza kanaat eden, ömrünün sonuna kadar kendisini, insanları irşâda ve Hakka dâvet etmeye adayan mükemmel bir insandı. Onun latîfe yollu söylediği şu: "Müderris olduk, nâib olduk, hiç kimse üzerimize bir nokta koymadı, sonunda biz bir nokta koyup, nâib iken tâib olduk" sözü, onun tasavvuf yoluna girdikten sonra huzûr bulduğunu göstermektedir (Bursevî, a.g.e., s.84)
Hüdâî 1002/1593-94 târihinde Fâtih Câmii vâizliğine tâyin edildi. 1007/1598 Muharrem'inde, önceden inşa ettirdikleri Üsküdar'daki mescidi câmi haline getirerek, cuma vâizliğinden vazgeçip, orada vazifeye başladı.
Aziz Mahmud Hüdâî 1038/1628 târihinde Üsküdar'da vefât etti. Yaptırdığı ve kendi adıyla bilinen câminin yanına defnedilmiştir (Atâyî, a.g.e., s.761) (...)
Aziz Mahmud Hüdâî'nin kendi ifâdesine göre, Celvetî Tarikati'ne giren kimse açlığa, susuzluğa, sülûka, halktan uzlete tahammül edecektir (Hüdâyî, Külliyât-ı Dîvan-ı Hz. Hüdâyî, İst., 1287, s.3) (...)
Aziz Mahmud Hüdâî tarîkat şeyhlerinin, dinî prensiplerine aykırı inanç ve hareketten uzak bütün şüphelerden pâk bir hüviyete sahip olmalarının zarûretine temas ederek (a.g.e., s.5), bu sûretle şeyhin kemâlinin hâsıl olacağını ve aynı zamanda halkın sevgisini kazanacağını söylemiştir.
Aziz Mahmud Hüdâî, ilm-i hâlini bilmeyen kimselerin tarîkat feyzinden faydalanamayacağını da önemle belirtmiştir. (...)
Celvetî Tarîkatinde âlim olmayan kimselerin rehberliğinin de cehâlet olacağını, sâlikin dînî hükümlere riâyet ile dışını tâmir, tarîkat ile de içini tenvîr etmesinin önemini belirtiyor.
Celvetiye Tarîkati'nde âlim dünyada, tevhîd nûruyla vuslat makâmına ulaşmaya çalışmalıdır. Avâmın tevhîd ilmini bilmesi, havâssın ise, tevhîdin kendisini yaşaması gerekir. (...)