Şöyle nakledilmiştir: Süfyan-ı Sevrî bir cemaate akşam namazında imam olmuştu. "İyyake na'büdü ve iyyâke nestaîn" ayetine geldiğinde kendilerine bir hıçkırık ve ağlama hali geldi, sonrasında bayılıp düştü. Bir zaman sonra ayıldı ve namazı eda etti. Namazın akabinde kendisine bu hıçkırığın ve bayılmanın sebebi soruldu. Buyurdular ki:
- "İyyake na'büdü ve iyyâke nestaîn" dediğimde hâtiften can kulağıma bir âvâz erişti: Ey Süfyân! Niçin yalan söylersin? Buna ve ona hizmet ve kulluk edersin, sonra da "iyyâke na'büdü" diye ibâdeti bana tahsis edersin. Ona ve buna hâcetini arz edip her birinden yardım talebinde bulunursun, sonra da "iyyâke nestaîn" deyip istiâneti bana tahsis edersin. İstiâneti bana tahsis eden kimsenin emir ve vezir kapılarında ne işi var? Bu kimseleri diline alıp onları tanzim ederek ne diye konuşuyorsun?
Beyit:
Derde düştüğün zaman sultan ve şahı diline dolarsın.
Ya muvaffakiyet talebinde bulunma veya kimseye "Ey sultanım!" diye seslenme.
Gaflet ve gönül bulanıklığı ile mescide gelmek, bin bir türlü bâtıl düşünce ve mantıksız hayal ile âdet yerine bulsun diye namazla meşgul olmak, nefsin hevasını ve şeytanın muradını kendine kıble yapmak, bir yandan da lisanla "iyyâke na'büdü" okumak; sultan, emir, hâkim ve vezir olanların kapılarına hizmette bulunmak ve onları kendine yâr ve yardımcı bilmek, onlardan yardım ve destek talebinde bulunmak, sonra da "iyyake nestaîn" demek ve herkesle kendini namaz ehli ve sır dostu bilmek ne mümkündür!
Mısra:
Eyvah ki ne kadar da bâtıl tasavvur ve muhal hayaller vardır.
Bundan daha kötü bir hal yoktur.