Allah, isimlerinin otoritesi ortaya çıksın diye âlemi yarattı. Çünkü güç yetirilen olmaksızın kudret, ihsan edilen olmaksızın cömertlik, rızıklanan olmaksızın rızık vericilik, yardım isteyen olmaksızın yardım etmek, merhamet edilen olmaksızın merhamet edici olmak, etkileri olmayan işlevsiz hakikatlerdir. Allah, âlemi dünyada karışık yaratmıştır: iki avucunun hamurda karıştırmış, sonra bireyleri ondan ayrıştırmış, avucunun birisinde olanlar diğerine dahil olmuştur: Her bir avuçta olanlar kardeşine katılmıştır. Böylece haller bilinmez olmuştur. Bu bağlamda bilginler, çirkini temizden, temizi öirkinden ayıklamada derecelenmiştir. İşin sonu, bu karışımdan kurtulmak ve her kısım kendi âleminde kalıncaya kadar iki avucun ayırt edilmesidir. Allah şöyle buyurur: ‘Bu, Allah’ın murdarı temizden ayırması ve murdarı bir biri üzerine toplayıp biriktirerek cehenneme atması içindir.’ (el-Enfâl 8/37)
Kendisinde bu karışımdan bir şey kalıp ona sahip olarak ölen kişi, kıyamet günü güven içindeki kimselerden birisi olarak diriltilemez. Fakat insanların bir kısmı, sözü edilen karışımdan hesapta, bir kısmı, cehennemde kurtulur. Kurtulduğunda ise oradan çıkartılır. Söz konusu kimseler, şefaat ehli olanlardır. Bu dünyada iki kabzadan birisinde ayrışanlar ise ahiret hayatında kendi hakikatiyle kabrinden ninete veya ateş azabına ulaşır. Çünkü o karışımdan arınmıştır.
İşte bu, âlemin varlık gayesidir. Bu iki avuç, Hakkın kendinde sahip olduğu bir niteliğe dönen iki hakikattir. Bu nedenle şöyle dedik: Cehennem ehli onu azap edici, cennet ehli ise nimet verici olarak görür.