Yahya Kemal, başlangıçta geleneğin dışından geldiği için geleneğin dışından sorular soruyordu. Bu sorularına gelenek ne cevap veriyor hususunda aceleci davranmadı, sabır ve sebat ile geleneğin sırrını çözmeye uğraştı. Sonunda gördü ki gelenek, her bir sorusuna onun beklemediği kadar zengin ve tatmin edici cevaplar vermektedir. Bu sebeple Yahya Kemal'in gelenekçiliği taklidî bir gelenekçilik değil tahkîkî bir gelenekçiliktir. Yine bu sebeple gelişmeye ve zenginleşmeye açıktır, yani aslına uygun bir gelenekçiliktir. Geleneğin Anadolu toprağındaki büyük ruhu ne diyor kulak verelim:
"Her gün yeniden doğarız bizden kim usanası..."
Ve bir Allah dostunun beyanı:
"Evladım şuûnât-ı İlâhiyye bitmez, her an sayısızca halk olunur."
Gelenek, her güzel ve asil varlığın yaptığı gibi kendini saklar, derûnunu ve özünü hemen ele vermez. Önce onun dilinden anlamak lazımdır, sonra da onun ruh dünyasına girebilmek için ruhsat beklemek gerekir. Haklı olarak diyebilirsiniz ki: "Bu gelenek denen şey birtakım kitapların, yazmaların, şiirin, musikinin ve mimarinin mecmuu değil mi? Onların dilini anlayacak bilgileri edinirsem bu dünyayı çözebilirim"
Bu, zâhirî ve bilimsel bir yaklaşımdır. Siz geleneğin maddesini tanıyabilirsiniz, tıpkı oryantalistler gibi, ama manasının esrarına asla vâkıf olamazsınız. Nasıl ki bir insanın iç dünyasına o kimse perdeleri kaldırmadıkça vâkıf olunamıyorsa, gelenek dahi aynen böyledir. O bâtına talip olup sebat ve mahviyet ile beklemek lazımdır. Aksi halde geleneği akıl planında değerlendirmek gibi bir akıbete giriftar olur ve geleneğin hiç istemediği şeyleri onun adına ve bilmeden icra edersiniz. Mesela mahviyeti ve sükûneti ile ünlü yolun bir büyüğünü yâd etmek için, caddeye onun kocaman bir tasvirini asarsınız.