Asırlara hükmederek gelen meşru ve başarılı bir telif tarzı ve yaygın bir ilmî faaliyet türü, XIX. ve XX. asırda nasıl hantal, gayrımeşru, güven telkin etmeyen, gelişigüzel ve zayıf bir alan haline ge(tiri)lebilmiştir? Batı Avrupa'daki ilim-bilim anlayışının değişmesi, bilgi-güç ilişkisi, her şeyi tahakkümü altına alan ilerleme fikri, hümanizm, akılcılık ve bireycilik gibi temayüllerin güçlenmesi, felsefe öncelikli ilim ve fikir anlayışı, 'orijinalite' ve yenilik (bizde ictihat) odaklı ilim ve fikir tarihi tasavvuru, geriileme-çöküş edebiyatları, modernleşme zihniyeti ve çabaları... gibi unsurlar bu süreçte ne derecede belirleyici ve yönlendirici bir etkiye sahip olmuştur?
Bütün bu süreçlerin ve anlayışların İslâm dünyasına intikalinde ve kabul görmesinde Oryantalizm nerede duruyor? Gazalî (bazan İbn Rüşd, İbn Haldun) sonrasını İslâm düşüncesinin zayıfladığı, durduğu, çöktüğü dönem olarak değerlendiren ve bu hükmü (sloganı) Müslüman ilim ve kültür adamlarına, ilim muhitlerine de kabul ettiren müsteşrikler bu siyasî-akademik 'operasyon'la şerh ve haşiye literatürünü de sıradan bir alan haline mi getirmiş oldular? Ayrıca bu meselede bize mahsus dönemsel, maddî, kültürel ve psikolojik sebeplerden ve ihmallerden de bahsedilebilir mi?
(...) Şerh ve haşiye literatürü vazgeçilmez bir alan olarak kabul edilmeden İslâm klasikleri gerçekten tanımlanabilir, İslâm ilim mirası doğru ve derinliğine okunabilir ve kendi ağırlığında anlaşılabilir mi?
Nihayet şerh ve haşiye edebiyatı üzerinden tam bir anakronizmle ve buna bağlı olarak bilmek, anlamak, tahlil etmek, hatta iddialı beyanlarda bulunmak suretine bürünen bir cehalet ve körlükle mi karşı karşıyayız?..
(...)
İlim olsun da bilmesin, tarih olsun da hatırlamasın; olacak şey midir bu!? Evet öyledir, ilim her şeyi bilmez, tarih her şeyi hatırlamaz. Gelişigüzel şeyleri veya önünüze getirlenleri değil de bir şeyi billmek ve hatırlamak için bir iradenin, bir davanın ve iddianın, bir hayaat tarzı arayışının devreye girmesi lazım. Bizim meselemiz açısından belki daha da ehemmiyetli olan neyi, ne kadar, nasıl bileceğimiz; neleri, niçin, ne ölçüde hatırlayacağımız, nihayet önceliklerimizin ne olacağı sorularıdır. Bütün bu süreçlere hem öncü / kurucu hem takipçi / sürdürücü olan bir insan karar verecektir; durduğu yeri bilen veya yeni şartlarda istikrar / karar odağı arayan bir insan... İlim ona göre şekillenecek, tarih onunla canlanacaktır. (s.5-6-7-8)
Bizim için meselâ Fahreddin Râzî'yi İbn Sina olmadan anlamak ve tarihî bir bağlama oturtmak ne kadar zor ve imkânsızsa İbn Sina'yı Râzî ve Tûsî şerhleri olmadan kuşatmak ve yorumlamak da o ölçüde eksik ve yetersiz kalacaktır. Râzî ve Tûsî şerhlerine bugün için atfedeceğimiz değer her ne olursa olsun ilmî bir faaliyet onları görmezden gelmek, ihmal etmek ve küçümsemek lüksüne sahip olmamak gerektir.
Şerh ve haşiye geleneğinin önce muğlaklaşması, ardında menfi ve ironik kelime ve terkiplerle tavsif edilerek olumsuz, değersiz ve itibarsız bir alan haline ge(tiri)lmesi Müslüman Türkler için, İslâm ilim ve kültür mirası için olduğundan daha ciddî ve tehditkâr bir anlam ifade etmektedir. Çünkü Türklerin güçlü bir unsur olarak İslâm tarihine katılmaları ile şerh ve haşiye literatürünün büyük ürünlerini vermeye başlaması, giderek güçlü bir telif tarzı ve iddiası olarak istikrar bulması hadisesi arasında, en azından kronolojik bir ilişki bulunmaktadır. Bir başka ifade ile şerh ve haşiye edebiyatını ihmal etmek Türklerin İslâm tarihi içindeki yerlerini, tabir caizse İslâm tarihine müdahalelerini ihmal etmek mânasına gelecektir.(s.14)
Bugün doğrudan ve meslekî olarak İslâmî ilimlerle ilgilenenlerin hatta modern eğitim süreçlerinden geçmiş müminlerin nezdinde âlimin (hatta Peygamber'in) ve metnin (Kur'an'ın değilse de Sünnet'in) otoritesi fikrinin hayli zayıflamış, değişmiş ve başkalaşmış olduğunu görmek ve bu vâkıayı sebep ve neticeleriyle ve kendi konumuzla irtibatları zaviyesinden de anlamak gerekir. Modernleşme düşüncesi ve onun otorite düşmanlığı, insan / birey merkezciliği başta olmak üzere birçok başka hususun derinliğine kavranmasını da lüzumlu kılan bu anlama çabası, şerh ve haşiye literatürünün yerini ve muhtevasını anlamak ve kuşatmak için de zaruridir. Fakat şimdilik burada işaret etmek istediğimiz husus bugünün bakış açısı ve gerçekleriyle klasik eser ve müelliflere, şerh ve haşiye dünyasına kıvam düzeyinde dahil olmanın zorluğu, belki de imkânsızlığıdır. (s.21)