Civan yorgun argın yatağa uzandığında bir süre uyuyamadı. Gecenin seslerini dinledi, uzaklarda bir köpek havlıyor, ağırdan yağan yağmur damlaları saçaklardan pıt pıt ederek düşüyordu.
Tavana baktı.
Sokak lambasının ışığı altında tavanda haritalar, hikâyeler, sinemalar.
O gün anasının çeyiz sandığını açmış, en üstte babası ile beraber çekilmiş resmini görmüştü. Güzel kadın.
Uzun süre resme baktı. Sandıktan sabun ve tarçın kokusu geliyordu. Kapağını kapadı.
Şimdi tavanda bu güzel kadının ayrı düştüğü oğlu ile ilgili bir filim oynuyordu. Filimde bahçeli bir ev vardı, güzel bir ev, çayırda çiçekler. Ana, baba ve Beklan balkonda kahvaltı yapıyorlar. Kahvaltı masası bir tablo gibi. Kamera ona yaklaşıyor. Civan önce sucuklu yumurtayı görüyor. Sonra peynir çeşitleri, sonra reçel çeşitleri, bal. Ardından kızarmış ekmek, yeşillik. Anası ufak lokmalarla oğlunu besliyor. Kahvaltı bitiyor.
Oğlan sırt çantasını sırtına alırken anası onu iki yanağından öpüyor. Oğlan bir koşu kapıda bekleyen arkadaşlarına doğru gidiyor. Git bakalım Beklan. Servis aracı Hacı Kadir'in kahvesinin önünden geçerken elinde sokak süpürgesi kahvenin önünü süpüren Civan'ı göreceksin. Yalın Ayaklı Civan. Kaç yıldır yalınayak ki tabanı nasır bağlamış. Müşterilerin attığı yanan izmaritlere basıp söndürüyor, onları güldürüyor. Ressam Sıtkı çok kızıyor buna; "Ulan soytarı mısın?" diyor. Müşteriler ondan çekiniyor. Bir zaman terkediyorlar Civan'a takılmayı. Sonra yine... Alışmış kudurmuştan beterdir.
Tavanda hamam külhanı ile ilgili bir film başlayınca Civan yorganı başına çekiyor.
Yorgun ya, hemen uyudu.