Aralık ayının ortalarında bir akşamüzeri arkadaşı Peter geldi, "Noel yaklaşıyor, o gece bir yere söz verme, sana bir sürprizim olacak" dedi.
Nurettin böyle sürpriz mürpriz gibi emr-i vâkilerden pek hoşlanmazdı. Hemen ciddileşti; "Sürpriz dediğin şey nedir?" diye sordu. Oysa Peter, onu, öteden beri merak edip durduğu bir konuyla yüz yüze getirmek istiyordu:
"Beyefendi, sürpriz dediysem, sizi rahatsız edecek bir şey değil, seveceğiniz bir şeydir: O gece, seninle Paris'teki katedralleri gezeceğiz. Hani sen, Fransız halkının, dinî hayatı nasıl yaşadığını çok merak ediyorum, demiştin ya. Ben senin o sözünü hiç unutmadım. Fransız halkının dinî hayatı nasıl yaşadığını, işte o gece birlikte göreceğiz. Bundan dolayı, o akşam bir yere söz verme dedim" diyerek, sürprizin ne olduğunu açıklamak zorunda kaldı.
Nurettin, aldığı cevaptan memnundu, ona teşekkür etti: "Tamam , kimseye söz vermiyorum, Noel gecesi seninle beraber olacağım" dedi.
Peter, onun en sevdiği, en güvendiği arkadaşıydı. Hani o din psikolojisi dersinde, hocadan birlikte tebrik ve takdir aldıkları günden beri yakın arkadaş olmuşlardı.
Noel akşamı söz verdikleri gibi Peter'la buluştular. Akşam saat sekiz sularıydı. Sokağın başında, köşede küçük bir mahalle kilisesi vardı. Oradan başladılar gezip görmeye. O gece gördükleri, Nurettin için hem sürpriz oldu, hem de çok ilginç oldu: Şık giyimli zarif hanımefendiler, kibar beyler, gencecik kızlar ve delikanlılar, yediden yetmişe her yaştan binlerce, onbinlerce insan, bir kiliseden öbürüne koşuşturup duruyorlardı. Katedraller arı kovanı gibi dolup taşıyordu. Bir kısım insanlar, bir rahibin etrafına kümelenmiş, onun okuduğu duâya hep birden "âmen" diyorlardı. Bazıları da bir köşeye çekilmiş tek başına niyazda bulunuyordu. Meryem Ana'nın ve diğer azizlerin heykelleri önünde mum yakan, diz çöküp yalvaran, hafif sesle inleyen, sessizce ağlayan, bir başka köşede koro halinde ilâhî okuyanlardan her biri bir başka âleme dalmış gitmişti.
Dünya zevklerini terk etmiş, kiliseden kiliseye koşup duran bu insanlar, gecenin karanlıkları içinde, hep birlikte sanki Allah'ı aramaya çıkmışlardı.
İlk girdikleri o küçük kilisede, orta yaşlı bir kadın görmüştü. Kadın bir köşeye çekilmiş, diz üstü yere kapanmıştı. İki büklüm olmuş, başını sağ dizine koymuş ve kendinden geçmiş bir vaziyette, sessizce ağlıyor ve kısık sesle inilti halinde: "Un peu pitie, mon Dieu!" diye yalvarıyordu. Nurettin kadının yanına yaklaştı, iyice kulak verdi. Acaba başka bir duâ edecek mi diye merak ediyordu. Oysa o, hep aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu. Ne yakınındaki adamın farkındaydı, ne de kiliseyi dolduran kalabalığın...
Nurettin daha önce, Peter'a söz vermiş olmasaydı, o gece katedralleri dolaşmaktan vazgeçer, saatlerce o kadının yakarışını izlemeyi tercih ederdi. O anda içinden söyle bir düşünce geçti ve kendi kendine "Gerçek dindarın samimi yakarışına hayran olmak da galiba bir başka ibadetdir" dedi.
Vakit gece yarısını çoktan geçmiş, kiliselerdeki âyinler de sona ermişti. Kalabalıklar yavaş yavaş evlerine dönüyorlardı.
Nurettin'le Peter, bir ara göz göze geldiler: Biz de artık dönelim anlamına bakıştılar. Zaten görülebilecek fazla bir şey kalmamıştı. Geziye ilk başladıkları o küçük kilisenin önüne geldiler. İçerideki ışıkların bir kısmı sönmüştü, fakat bir kısmı hâlâ yanıyordu. Noel'de büyük katedraller sabaha kadar açık tutulurdu, ama mahalle aralarındaki kiliseler, âyin biter bitmez arkenden kapanırdı. Burası da çoktan kapanmış olmalıydı. Oysa kapı açıktı. Nurettin Peter'e "İçeri girip bakalım mı?" dedi. O da "Haydi bakalım" anlamında başını salladı. İçeri girdiler. Kilisede kimsecikler yoktu. Herkes gitmiş, yakılan mumların çoğu sönmüştü. Ortada dolaşan iki genç rahip vardı. Onlar da gitmeye hazırlanıyorlardı. Ancak o köşede iki büklüm olan kadın hâlâ yerinde duruyordu. Yine kısık sesle, "Un peu pitie, mon Dieu! Un peu pitie, mon Dieu!" diye inliyordu. Kadın kendinden geçmiş, "Rabbim, azıcık rahmet!" anlamına gelen o duâyı hâlâ tekrarlayıp duruyordu.
Nurettin gözlerine inanamadı. Saatine baktı ve arkadaşının kulağına, "Biz buradan ayrılalı tam dört saat olmuş" diye fısıldadı. İkisi de sessizce kiliseden çıkıp gittiler.
Nurettin, eve gitti, yatağa girdi. Yorulmuş ve uykusu gelmişti. Bir an önce uyumak istiyordu, ama o kadının hâli, gözünün önünden bir türlü gitmiyordu. Acaba daha ne kadar devam edecekti? Hiç belli değildi. Kadının hâline imrendi ve içinden şunu dedi:
"Duâ işte böyle yapılırsa ibadet olur!"