Çoğu zaman Hoca, sabahleyin ilk vapurla Üsküdar'a geçer, Kısıklı tramvayına biner, oradaan da Çamlıca tepesine çıkardı. Bir ağaç ve çalı dibine oturur, tek başına tefekküre dalardı. Çalıların, otların, çiçeklerin ve böceklerin dünyasında, âdeta onlarla konuşur, dertleşir ve haşır neşir olurdu. Onu orada öyle gören çobanlar da hâline şaşar kalırlardı. Bilmeyenler, deli zanneder yanına yaklaşmaya çekinirlerdi. Çoğu zaman selâm bile vermeden geçer giderlerdi. Daha önceden tanış olanlar selâm verir, ayaküstü birkaç kelâm ederlerdi. Hoca, bir defasında Çamlıca eteklerinde karşılaştığı bir amcadan hayranlıkla söz etmiş ve o olayı şöyle dile getirmişti:
"Geçenlerde henüz sıcak bir gündüz ortasında buralı bir dostumla şehrin Kadıköy geçesinde İbrahimağa yokuşu denilen bir semt arkasında Çamlıca'ya doğru yürüyüş yapıyorduk, toprak bir yolun üstünde yolu tıkayan bir kaya parçasını kazma ile kırarak, yolu açmaya çalışan bir adama rastladık. Önce bunu bir amele zannettik. Arkadaşım, siyah, tekerlek sakallı, tatlı ve güler yüzlü, oldukça iri ve dinç cüssesiyle çalışan o adama selâm verdi;
- Amele misin? Yalnız mı çalışıyorsun?
diye sordu. Kazmasına dayanarak bir gazali andıran derin ve siyah gözleriyle bizi süzdükten sonra, o kahraman Türkmen'in heyecanlı ve gür sesini dinlerken kulaklarıma inanamadım:
- Ben arabacıyım, na şu karşı kulübede oturuyorum, amele değilim. Allah için bu yolu yapıyorum, dedi.
Bizim şaşkınlığımıza bakıyordu. Biz sormadan o devam etti. Lâkin gözleri dolmuştu, sesi titriyordu. Serbestçe ağlayabilen bir kahramana benziyordu:
- Babam Çanakkale'de şehit oldu, bir helva pişiremedim. Evladımı İstiklal Harbi'nde kurban verdim, bir Mevlit okutamadım. Ruhlarına gönderecek bir şeyim yok. İşte şimdi bu hayrı yapıyorum, dedi.
Hemen kazmaya sarıldı, "Allah" diye başladığı işine devam etti.
Fakir ve dertli baba, evladı için böyle bir hayır işlemekle yürek acısını dindirmeye çalışıyordu. Ben de içim sızlayarak, "Allah büyük, inşallah kabul eder" dedim. Ne zaman oradan geçsem, yaşlı amcanın o hâli gözümün önüne gelir; dindarlık işte budur, diye düşünürüm...