Ona baktıkça ondaki bu sessiz olgunluğun onu nasıl da güzelleştirdiğini görüyorum. Sükût en büyük tevhid. Kendinden bahsetmiyor, şahsi sıkıntılarını açığa vurmuyor, kimseyi gücendirmek istemediği için susuyor. Allah rızası için...
Bu kez kendi nefsimle boğuşmaya başlıyorum. Ona karşı belki çok kusur işledik diye endişeye kapılıyorum. Bendeki yetersizlik ve her fırsatta kendimi suçlama eğilimi yine aığa çıkıyor. Ama bu kez ben de şahsi zaaflarımla kimseyi sıkmamalıyım diye düşünüyorum.
Benliğin dikenleri ve her türlü şahsi izler araya girdikçe Rabbimizden uzaklaşıyoruz. Bizzat nefsimiz engel oluyor hakikatin nuruyla ışıldamamıza. Modern hayatta bize hep "Aman içinde kalmasın, tepkini ver, rahatla" diye telkinde bulunur doktorlar, büyükler. Halbuki insanın şahsi sıkıntılarının açığa vurmakla geçeceğini beklemesi çok anlamsız.
Aksine, insan içinde tutması gerekenleri anlattıkça, anlattığı şeye bürünüyor, anlattıkları resmiyet ve meşruiyet kazanıyor. Birer varlık ve sıfat kazanıyor ağzından çıkardıkları. Kimse kusurlarının yüzüne vurulmasını hoş karşılamıyor zaten. Yüzüne karşı suçlayıcı bir tavırla "aman içinde kalmasın" diye söz söylemek, nefsinin rızasına uymanın bir tezahürü. Birbirimize herşeyi söylemeliyiz, hiçbir şeyi içimizde tutmamalıyız diye durmaksızın tartışmaktan, birbirimizi olur olmaz kınamaktan, nefsimizin tuzaklarında boğulaktan bir türlü vazgeçemiyoruz.
Annemizin bu olgunluğundan ne kadar uzaktayız... Söze dökülmese, Allah Settar ismiyle onları örtecek, yüreğimize sekine indirecek. Ama güvenemiyoruz. Teslim olmayı, O'na kendimizi teslim etmeyi bilmiyoruz. Razı olmayı bilmiyoruz... Açıp ellerimi dua ediyorum: "Allah'ım senin için sabrediyorum. Senin istediğin gibi bir kul olabilme yolunda her şeyi feda edeceğime söz vermiştim. Kâbe'ye gitmeye niyet eden karınca gibi. Kayınvalidem de bütün bu eşsiz sabrını, bu sükûtunu Senin rızan için gösteriyor, ibadet niyetine kabul buyur..."