"(...) İmdi bu kitâbı kemâl-i tedebbür ile mütâlaa edenlerin füyuzât-ı ilâhiyyeye mazhâriyetleri me'mûl-i kavîdir. Zîrâ cûdda buhl yoktur. Ve Cevâd-ı mutlak hazretleri dâimü't-tecellîdir. Ve onun kudret-i zuhûrunda aslâ acz mevzu'-i bahs olamaz. Abd kabûl-i tecellî isti'dâdını gösterdikten sonra füyûzât-ı ilâhiyye dâimâ hâzırdır. Bu hakîkat ukûl-i râciha sâhibleri indinde delîl ve burhân ile sâbit bir şeydir. Bu babdaki delîl ve burhân âlem-i kevnde hissen meşhûd olan tecelliyât-ı ilâhiyyedir ki, bu hakîkat âtîdeki beyitte tavzîh buyurulmuştur:
Halkın isti'dâdına vâbestedir âsâr-ı feyz / Ebr-i nîsandan sadef dürdâne, ef'î semm kapar
Ve işte bunun için ba'zı eimme, ya'nî ekâbir-i muhakkıkînden ba'zıları, âlem-i imkânda bu hazret-i şehâdet mertebesinden ebda'ı yoktur, demişlerdir. Zîrâ âlem-i şehâdet gâyet bedîu'n-nizâmdır; çünkü mazhâr-ı Rahmândır. Ve tecellî-i rahmânîde Celâl ve Cemâl; ve halâvet ve merâret; ve gam ve şâdî; ve dıhk ve bükâ ilh... gibi ezdâd mümtezicdir. Binâenâleyh âlem-i şehâdet ecma'dır; âlem-i âhiret ise evsâ'dır, ecma' değildir. Zîrâ mezâhir-i cemâliyye ve celâliyye orada mümtezic olmayıp tefrîk edillmiştir. Ve bu âlem-i şehâdetin taayyünü zuhûrlarına müsâid olmayan mezâhir-i cemâliyye ve celâliyye âlem-i âhirette zâhir olabilir. (...)"