Bunun üzerine bu grup (Allah ehli), ilahi haberlerin Hakkın katından getirmiş olduğu şeyleri öğrenmeye çalışmış, zikirlerle, Kur'an okumalarla, algı mahallini mümkünler hakkında düşünmekten boşaltmakla, huzur ve murakebeyle, dış temizliğiyle birlikte meşru sınırlarda durmakla kalplerini cilalamaya koyulmuşlardır. Meşru sınırlar, gözü bakılması yasaklanmış avret mahalli ve başka şeylerden alıkoymak, onu ibret ve basiret elde edeceği şeylere baktırmak, kulağını, dilini, elini, ayağını, midesini, cinsel uzvunu ve kalbini de böyle (kendisine helal işlere) yönlendirmektir.Bu bağlamda, kulun dışında bu yedi organdan başkası yoktur. Kalp ise, onların sekizincisidir.
Bu yolun adamı, (söz konusu bilgiyi elde etmedeki çabasında) düşünceyi (tefekkür) kendisinden bütünüyle uzaklaştırır -çünkü tefekkür, himmetini dağıtır-, kendisini Rabbinin kapısında labini gözetmeye verir, umulur ki, Allah ona kendisine gideceği kapıyı açar ve peygamber ve Allah ehlinin bilip kendisinin bilmediği şeyleri öğrenir. Söz konusu bilgiler, aklın tek başına idrak edemeyip imkansız saydığı işlerdir.
Allah, bu kalp sahibine kapıyı açtığında, onun için ilahi bir tecelli gerçekleşir. Bu tecelli, hükmünün tarzına göre, kişiye bir bilgi verir. Bu durumda kişi, daha önce nispet etmeye cesaret edemediği bir durumu bu tecelli sayesinde Allah'a nispet eder. Daha önce, ancak Hakkın bildirdiği şeylerle Allah'ı nitelemiş ve niteliklerin bilgisini (peygamberi) taklit ederek almışken şimdi ilahi kitapların dile getirip peygamberlerin bildirdiği bilgilerden öğrendiklerini destekleyici ve onlara uyan bir bilgi olarak keşif yoluyla alır. Daha önce Allah'ı nitelediği özelliklerin anlamlarını araştırmadan ve kendisine bir şey katmadan inanarak ve aktararak Allah'a nispet ederken, şimdi ise kendisine tecelli eden bu bilgi sayesinde kendiliğinde kesin anlamda bilerek o niteliği kendisine izafe eder. Artık tecellinin getirdiği bilgiye göre hareket eder ve Allah'a nispet ettiği şeyin anlamını ve hakikatini bilir.
Söz konusu kişi, ilk tecellide maksada ulaştığını ve gerçeği elde ettiğini zanneder. Ona göre ulaştığının ardında, elde ettiğinin sürekliliğinden başka, talep edilecek bir şey kalmamıştır. Bunun üzerine başka bir tecelli, ilkinin hükmünden farklı bir hükümle ona gelir. Tecelli eden birdir ve kişi bundan kuşku duymaz. Bunun üzerine kişinin ikinci tecellideki durumu birinci tecellideki durumuyla aynı olur (tecelli ilahi haberleri destekleyen ve onlara uyan bir bilgi getirir ve kişi bu bilgiyle keşf ve tahkik üzere Allah'a bir nitelik nispet eder). Ardından, farklı hükümleriyle tecelliler peş peşe gelir. Böylelikle kişi, hakikatin hududunda, durulacak bir sınırı olmadığını anladığı gibi Hakkın zatını idrak etmediğini, hüviyetin tecelli etmesinin mümkün olmadığını ve onun bütün tecellilerin ruhu olduğunu anlar. Bunun üzerine kişinin hayreti artar. Fakat bu hayrette bir haz vardır. Bu haz, akılcıların hayretindeki hazdan kıyaslanmayacak kadar büyüktür.