"Naslarda sırat-ı müstakim, şeriat, tarikat şeklinde zikredilen doğru yol, ana yol gibi kavramlar sürekli insanı maksada götürecek araçları ve bunun için gerekli ahlaklanmayı anlatan kavramlardır. Gaflet ise dalalet, hayret ve cehaletin ortak vasfıdır: durumun vahametinden habersiz kalmak!" (s.141)
"Tasavvuf tövbe ile başlar: ilk makam tövbedir ve tövbe mevcut durum hakkında insanın bir tasavvur sahibi olması demektir. Mevcut durum insan için açık bir tehlikedir, insanın vakti azdır ve bir an önce kurtuluş için yola çıkmalıdır. Birinci hayretten uzaklaşmak tövbe ile başlar. Bu anlamıyla tövbe mevcut durumun kazandırdığı bir bilgiden ortaya çıkarak itiraf (insanın acizliğini ve kötü durumunu bilmesi) adını alır. İnsan kötü bir durumdadır ve onu kurtaracak olan Allah'tan başkası değildir; hiçbir insan kendi gücüyle kurtulamaz!" (s.141-142)
"Bu durumda tasavvufu anlayabilmek için tembih, işaret, ikaz, inzar, irşad vs. olarak başka bir kavram grubunun ortaya çıktığı" belirtilir. "Bunlar yolda kalmış veya yolu bulamamış [hayret halinde -aa.-] olanların, maksada ulaştıran doğru yola sevk edilmesini anlatan kavramlardır." (s.142)
"Mevcut durumda tehlikeden habersiz kalan insanın halini 'hayret' diye tabir etmek anlaşlır bir durumdur. Şaşırtıcı olan, yolun sonunda insanın tekrar hayrete ulaşacak olduğunu söylemektir. Sûfîler 'hayretten başlayıp hayrette neticelenen bir yolculuk' kabul ettiler insanın yokluktan başlayan ve Allah'ta biten tasavvuf yolculuğunu!" (...) "Hiç kuşkusuz iki hayret, mahiyeti itibariyle birbirinden farklıdır. Yola çıkmamış insanın hayreti her bakımdan bir cehalettir. İlahi inayet ve yardım, elinden tutmamışsa bu hayret insanın çöllerde [mecazî anlamda -aa.-] helak olmasına yol açacaktır. Yolu ikmal eden insanın hayreti ise ilk tasavvuru ile vardığı netice arasındaki çelişkiden kaynaklanır: İnsan Allah'ı bir hakikat olarak tasavvur ederek yola çıkar. Yolculuğa başlarken Allah hakkındaki bilgilerini dinden veya gelenekten veya aklından elde etmiştir: Allah bulunduğu yerde -veya davranışta- değildir ve bulunduğu yer Allah'tan uzaktır [bildiğimiz 'mesafe' anlamında değil -aa-]. Kurtuluş için Allah'a doğru gitmelidir. (...) İnsan tövbe ederek yola koyulunca Allah'ı yolun sonunda kabul eder. Bu süreçte insana eşlik eden düşünce tenzih düşüncesidir. Allah'ın bulunduğu yer, ahlaki bir davranış olabileceği gibi bir amel veya bir zaman (Kadir gecesi gibi) veya mekân olabilir (sûfîlerin Hakk'ın Kâbe'de, Kudüs'te bulunabileceği vehmiyle ilgili eleştirileri bununla ilgilidir). (...) Sûfîler yolculuğun böyle başlayacağını kabul etseler bile neticede işin değişeceğini ve insanın hakiki uyanışının ikinci durumda gerçekleşeceğini gösterdiler. İkinciye kıyasla birinci uyanış (seyr ilalllah) uyku esnasında uyandığını rüyada görmek iken esas uyanma ikinci uyanış, yani maksada varınca gerçekleşen uyanmadır (seyr fillah ve seyr anillah). Bu kez "...den - ...e" şeklinde başlayan yolculuk her yerde, her zamanda ve her işte tecelli eden Allah anlayışıyla yeni bir noktaya taşınır ki esas hayret budur." (s.142-143)
"Yolculukta terakki nefsin terk edilmesidir. Terk esnasında insanın kanaatleri, tasavvurları, alışkanlıkları ve iddiaları zorunlu olarak değişir; nihayetinde ortada bütün kanaatlerin ve alışkanlıkların bileşimi olan taşıyıcı nefs kalmamıştır ve bütünüyle silinmiştir (fena). Nefsin silinme ve 'adem' haline -paradoksal bir şekilde- kemal denilir. Bu kez insan Allah'ı kâmil nefse göre tanıyacaktır ki kâmil nefs fenaya ermiş nefistir. Bu ikinci bilgi "Allah'ı Allah ile veya O'na göre tanımak" demektir. İki tanıma arasındaki fark, iki hayret arasındaki farkı ortaya çıkartır. (...) Artık gerçek özne Allah'tır. İnsanı hayrete düşüren bu beklenmeyen durumdur. (:..) Yunus'un hayret halinde konuşmuş olduğunu düşünürsek, şiirin yolculuk içindeki bir sûfînin şiiri değil, yolculuğu ikmal etmiş ve seyr anillah ile âleme dönen bir sûfînin şiiri olduğunu düşünebiliriz." (s.143-144)