Üzüntü üstüne üzüntü, gözyaşı üstüne gözyaşı... Ebû Tâlib'in acısı henüz soğumamış iken, taze toprak kokusu henüz gülümün dimağındayken acı tatlı günleri paylaştığı, çocuklarının annesi, hayat arkadaşı ve iman yoldaşı Hatice de yatağa düşmüş, kuşça canı çırpınmaya başlamıştı. Gülüm ellisine yaklaşmıştı ve yirmi beş yıllık eşi Hatice ahiret yolculuğuna hazırlanıyordu. Müminler ona artık Kübra diyordu; Haticetü'l Kübra. Büyüklükte bir merhale, kadın yüceliğinde ve alicenaplığında bir seviye... Gülümün, sonra evlendiği hiçbir kadına değişmediği Hatice... Vahyin gölgesi Kureyş'in üzerine düştüğü andan itibaren servet ve şöhret sahiplerini geri çevirerek nasibi bekleyen Hatice... Değil tantanalı düğünler, bir velime yemeğinin bile üstesinden gelemeyeceğini bile bile nasibine kendisiyle birlikte servetini, itibarını, hayatını sunan teslimiyet sembolü Hatice... İşte şimdi ölüm döşeğindeydi. Pırıl pırıl yüzündeki gülümseme bir teşekkür gibiydi. Sanki gülüme, "Ben sana yalnızca maddi servetimi verebildim, ama sen bana sonsuzluk servetini" diyor ve devam ediyordu:
"Mahremim, canım, cananım, efendim!.. Seni ben nimete erişmeden, daha Allah'ın elçisi olmadığın zaman sevdim. Gözümde nurum, gönlümde sürurum idin. Bilesin ki dünyamı nurunla aydınlattığın her bir saniyeden bir asır kadar huzur duydum. Seninle geçen çeyrek yüzyıla şükürler olsun... Acını acım bildiğime, emeğini emeğime, terimi terine kattığımıza şükürler olsun. Benden sonra sakın üzülme. Ben Kâsım'ımıza, Abdullah'ımıza, Tahir'imize gidiyorum. Onlara seni anlatacağım. İşte şu kızların Rukayye, Zeyneb, Ümmügülsüm ve Fâtıma!.. Sonra oğullarımız Zeyd ve Ali... Sana beni hatırlatacaklar."
Fâtıma henüz on yaşındaydı. Tazecik yüreği annesinin ebediyen gideceğini o vakit anlamıştı. Gözleri annesinin gözlerinde, yanaklarından inci inci nurlar damlıyordu. Hatice dayanamadı:
"Ağlama kuzucuğum, ağlama sakın, hiç kıyamam... Annen cennete, asıl vatanına gidecek ve orada seni bekleyecek..."
Gülümün gözlerinden yaşların boşandığı andı. Fâtıma'yı teselli etmek için anlattı:
"Fâtıma'm! Yavrum, bilesin ki Cebrail yanıma gelip bana, 'Ey Allah'ın elçisi! Hatice'ye Rabbinden ve benden selam söyle ve ona müjde verip de ki, cenette onun için inciden bir saray yapılmıştır, içinde ne gürültü patırtı, ne de çalışıp yorulmak vardır' buyurdu. Annen bu yüce müjdeye erişmişken ağlamak ve üzülmek niye canım Fâtıma'm!"
Baktım, gülüm gizli gizli yanaklarını siliyordu. Ne çok sevmişti onu. Bütün hayatını, musikinin ötesinde bir nağme, mücerredin üstünde bir lisan gibi o doldurmuştu. Hatice "Büyük"lüğü hak etmiş, Allah'ın sevgilisinin sevgilisi olmuştu. Zarafeti, inceliği, şefkati ve merhametiyle eşi benzeri olmayan asil bir kadındı... Kadınlık âleminin yüz akı; Asiye, İmrân ve Meryem gibi mübarek kadınlar silsilesinin hâtemi. Hatice, kalbinin sahibi, tecellisi, tesellisi... Hiç kimsenin ona inanmadığı zaman inananı, hiç kimsenin onu dinlemediği zaman dinleyeni... Kimseciklerin yardım etmediği zaman yardımcısı, İslamiyet'e para lazım olduğu vakit hazinesi. Canıyla ve malıyla, ruhuyla ve gönlüyle sırdaşı, bütün zorlu yollarda yoldaşı... Hatice bir abide, Hatice bir destan... Hatice çocuklarının annesi, Hatice hayırda öncülerin öncüsü.
Hatice imanda ilklerin ilkiydi. Hatice diğer kadınların kıskandığı, Hatice meleklerin melek sandığıydı. Hatice evin anlamı, Hatice evliliğin anlamıydı. Gül sofrasındaki iki lokmadan biriydi. Hatice vefanın adı ve yemeğin tadıydı. Hatice anneydi, şefkate bir hedefti; Hatice inci inci kızlarına en nadide sadefti. Sözü senet, kararı netti. Sihirli yakutlar gibiydi, sözde sükûtlar gibiydi. Hatice imanın gür sesiydi, ezcümle müminlerin annesiydi...
Gülüme baktım, yüreği yırtılmak üzereydi sanki. Ebû Tâlib'in acısı henüz dinmemişken hayat arkadaşı, mübarek eşi de o uzak yola çıkmak üzere gülümsüyordu. Kızları başucunda ağlaşıyor, annelerinin ellerini, yüzünü okşuyorlardı. Gülüm olup bitenleri derin düşünceler ve dualarla izledi. Birden Azrail'in geldiğini gördü. Dayanamayacaktı. Gözlerini yumdu. Ve neden sonra küçük Fâtıma'nın feryadı gökleri titretti:
"Anneeee...m!"
Ramazan ayının onundaydık. Cebrail tam on yıl evvel böyle bir mevsimde gelmiş, gülümü tutup sıkmış neredeyse nefesini kesmişti. Şidi aynı şeyi Azrail yapıyor, Hatice'nin kederiyle onu sıkıyor, sıkıyordu. Nefesinin kesilir gibi olduğunu hissetti. Gönlünden bütün sevinçler sürgün olup gitmişti sanki. Bu yılı ömrünün sonuna kadar "Hüzünler Yılı" olarak hatırlayacağını biliyor gibiydi.