İbadet etme imkânı bulduklarım arasında ister İsfahan'da Cuma mescidinde, İster Şam'da Emevî camiinde, ister Kahire'de El Ezher'de, ister İstanbul'da Süleymaniye'de veya Anadolu'nun sayısız Ulu caminde olsun: Tevhid mimarisi varoluşumu katmanlaştırıyor, boyut kazandırıyor ona durmadan. İç ile dış arasında keskin bir yarılma olmadığını fark ediyorum.
Pencereler göz hizasında değildir yarılmayı oluşturmamak için. İçerisi ayrı, dışarısı ayrı değildir çünkü bu devranda. Zahir ile bâtın bizi bölmez, bütünleştirir. Işığın gökkubbedehareket halini görürsünüz, yüksekten. Kırılma olmaz, huzmeler yer değiştirir kesintisiz biçimde... Görünmeyen şeylerin var olmaya devam ettiğini, her şeyin kendine has bir dili ve Yaradan'la bir konuşma biçimi olduğunu duyumsarsınız tevhid mimarisinde.
Etraf tozludur. Toz kalkar, toz kaçar gözünüze. Toz bulanıklaştırır görme biçiminizi. Ama gerçek hiçbir zaman buharlaşıp yok olmaz. Tozlanmış acı da olsa, tozlu neşe de olsa. Sanki uzaklara bakar gibidir evinin önündeki ihtiyar teyze. Onunla kendiliğinden bütünleşirsiniz.
Bu yazımda, korkunun tezahürlerinden birine daha ulaştım artık: İnsanın ölüm korkusu nedeniyle 'kalıcı' bir eser yapma iddiasının tevazuuyla çeliştiği ölçüde güzel'den uzaklaştığını söylemeye çalışıyorum. Yalnızlığın ve ölümün korkuyla sınırlandığı ve sebep sonuç ilişkilerinin ısrarla bu korku üzerine kurulduğu eserlerhayret hissimi uyandırmaya yetmiyor.