Romanların, öykü, senaryo, filmlerin pek çoğunda öfkeyi ana eksen olarak buluyoruz bugün. Ana motivasyon kaynağı. Öfke ve intikam hissinin iç yüzüne bakmayı deneyen Dostoyevski gibi sanatçılar bugünün kuru gürültüsünde pek sessiz kalmışlardır doğal olarak. Çünkü zamanın ruhu, öfkeden kaynaklanan her türlü suçu meşrulaştırmış, süslemiş, çekici hale getirmiştir.
Gümbürdeyen öfke, çağıldayan nefret ve kin, aşağılayan düşmanlık, hedef gösteren sözcükler... Tüm bunlarla görünür ve görünmez şiddetin dallarını çatırdatıp durmaktayız sanat eserlerimizde. Nefs-i emmare'yi besleyen hınç, haset, kıskançlık gibi sapmalarımızı insanın kaçamayacağı bir kader olarak belirlemişiz. Ve bunların panzehirini oluşturan kadim formülleri çoktan unutuluşa terk etmişiz.
Artık kin ve intikam için kan dökmenin erdemleri çok yazılıyor, çok satıyor, çok pazarlanıyor. Kötülüğü emreden nefsin kapanlarını kurma usulleri ise doğal olarak pek cezbetmiyor 'tüketen' sanatseveri: Şiddet içermeyen öfkenin ne anlama gelebileceğini, insanın iç dünyasında Rabbiyle ilişkisininasıl düzenleyeceği, saldırganlığa yol açmayan bir celallenmenin kalbin dikenlerini nasıl budayacağı üzerine bir 'kurgu' estetiği geliştirme derdimiz pek kalmamış gibi.
Size öfkesini koruyan ama 'güzel'in evrensel boyutlarına açılmış bir sanatçıdan örnek verebilirim yine de. Avusturyalı şair-yazar Ingeborg Bachmann, Malina adlı romanında anlatıcı kadının farklı benliklerini kişileştirmiş, her birinin kendini inşa serüveninde unutulmaya direnen acılarına bizi şahit tutmuştur. Kendindeki çoğul karakterlerden birini, en elemlisini ve bence az unutanını bir duvar çatlağından içeriye, ötelere yollamıştır. İmhaya. Kıyıma. Unutuluşa.
İnsanlığımızın savaşı, sömürüyü, zulmü, kıyımları hiç unutmayan yönünü, belki karakterinin en direnişçi yüzünü okurlara rehin bırakmıştır o çatlakta. Bachmann'ın şiddet, intikam ve tahakküm içermeyen bu öfkeli tavrını (sanatını) unutmaya karşı ince bir üslup olarak görürüm hep. Onun bu çabasını 'unutan insanlık' için bir tür bağışlanma talebi olarak görürüm.
Toparlayayım. Kıssası inkâr etmeyen ama nefsten kaynaklanan öfkeyi reddeden bir öfke dilini oluşturmanın güzel ile olan ilişkisini kurmamız gerekiyor. Hayatta da sanatta da böylesi bir ilişkide derinleşebilmek, bağışla(n)mayı da bize yeniden hatırlatacaktır.