Çiftçilik yapan bir dervîş ekim zamanı öküzlerini alıp tarlasına gider. Öküzlerden birisi kara sabanı bir türlü çekmez. Dervîş de kendisini kaybedip öküzü elindeki sopayla dövüp hırpalar. Çiftçi zor zahmet tarlayı sürer. Akşam olunca da, çoktan beri görmediği mürşidinin ziyâretine gider. Arada hiçbir konuşma geçmeden, mürşidi gömleğini açıp dervîşe omzuna gçsterir. Mürşidin omuzu kanlar içindedir. Dervîşin yüzüne bakar, bir tek cümle söyler:
- Akşama kadar o kadar dövdün, o kadar dövdün ki, kanamayan bir yerim kalmadı!
Dervîş, mesajı almış, çoktan pişman olmuştur. Fakat en önemlisi, benliğin ve senliğin olmadığını, her görünen şey'in tıpkı sarımsak taneleri gibi birbirleriyle sarmaş dolaş ve yek vücûd olduğunu anlamıştır.
İşte, tasavvufta gönül eğitimi, benden bize geçiş, arzuların tatminiyle değil, bu tür misâllerle ve hâl hâline getirilerek yaptırılmaktadır. Ancak ferdî benliğin asıl varlık olmayıp gerçek benlikten başka bir mevcûdun olmadığını anlamak, sarımsak tanelerine benzeyen eşyâyı tek tek yoklamakla değil, soğanı yemek için katmanlarını kaldırmaya benzeyen yavaş yavaş öze inen bir eğitimden geçerek mümkün olacaktır.
Nihayet Yûnus benlikten ne kadar ırak durulursa hakîkate (ilâhî benliğe) o kadar hızlı yaklaşabileceğimizi çeşitli vesilelerle söylemektedir. Gerçeğe tâlip insan, Yûnus'un bu sözüne kulak vermelidir:
Miskîn olugör bâri benlikden ırak yürü
Gönlünde benlik olan dervîşlikden ırakdır