Her şey bir ihtiyaçtan doğar. Hümanizm felsefesi de Batı'da bir ihtiyaçtan doğmuştur. Kilîse'nin şiddetli uygulamaları karşısında insancıl düşüncelerle bayrak açan kişiler, Eğer İslâmı, İslam Peygamberi'ni kılavuz edinip yetişen insân-ı kâmilleri ve hassaten Yunus'u, Mevlânâ'yı, Hacı Bektâş-ı Velî gibi gönül insanlarını tanısalardı, bu felsefeye lüzum duymazlardı. Zira, Halîlullah ve Habîbullah sıfatlı Peygamberlerin dini olan İslâm, sevginin kaynağıdır. Yûnus bu dinin bir mensubu olarak Kur'ânî esaslardan ve Hazret-i Peygamber'in tavsiyelerinden hareketle eserinde, insan, varlık ve Allah sevgisinin, insan haklarının kaynaklarını göstermektedir. Bu dinin bünyesinde yetişen bir kâmil model olarak O, insan ve varlık sevgisini değil, İlâhî sevgiyi esas almış, insanı ve eşyâyı Allah için sevmemizi öğütlemiştir. Yûnus özde sevgiyi, miskînliği (yokluk idrâkini), diğergamlığı, bilgiyi esas almış bir hikmet ehlidir. Bu sebeple O, bize sevgiden, hoşgörüden, birlikten bahsetmekte, İslâm'ın sevgi dini olduğunu öğretmektedir.
Bütün bu sebeplerle, Mevlânâ ve Yûnus Emre'yi vesile kılarak sevgi ve barış dini olan İslâm'ın yerine bir felsefî görüş olan hümanizmi ikâme etmeye çalışmanın da bir anlamı yoktur.