"Düşünmek, icabete hazırlayan bir yakarıştır." der İbn Sînâ... Düşünceyi söze vurmak yazıya koymak ise yakarışın bir ifadesi. Bu kitapta yakarış, sözün eşiğinde dile gelmiştir; tüm samimiyeti ve ihlâsıyla... (s.10)
Sözün eşiği, ümidin eşiğidir; çünkü bir yerde söylenecek söz var ise, hâlâ ümit var demektir; s-öz-den, dolayısıyla öz-den yeşeren bir ümit... Sözümüz ümidimizdir... (s.10)
Açıktır ki ahlâk, beden için değil akıl içindir; başka bir deyişle ahlâk, insanî olanın, beşerî olanı mütâlaa etmesidir; bunun sonucu da erdemdir; akıl olmadan tefekkür, tefekkür olmadan bilgi, bilgi olmadan erdem olmaz. (s.13)
Tanınmış İslâm matematik tarihçisi J. P. Hogendijk'e "İslâm'da rasyonalite var mıdır?" diye soruyorlar. O da bu soruyu soranlara, masasında duran ve İslâm dünyasında geliştirilen bir usturlap âletini gösteriyor ve diyor ki: "Bu âleti inceleyin; anlayın; rasyonaliteyi görürsünüz." Bizde bu cümleyi söyleyenler acaba hiç usturlap âleti gördüler mi? (s.13)
Batı'da eleştiri bir şeyin eleştirisi, yine kendilerinin yaptıkları ve ürettikleri bir şeyin; bizdeki eleştiri ise bir şeyi olmayan, varsa da varolmasında katkımız bulunmayan bir şeyin eleştirisi. Onların eleştirilerini, "bizim gibi düşünüyorlarmış" gibi varsayarak burada tekrar üretmek mevhum ve muhayyel bir şey; örnek olarak varoluşçuluk ya da post-modern filozoflar. (s.15)
Şu anda mahsûsu olmayan bir makûl içinde, fiziği olmayan bir metafiziğin içinde yaşıyoruz. Hâlbuki Abdülkerim Cilî gibi bir ehl-i irfan bile şöyle der: "Görme özürlü bir insanın doğaya ilişkin mahsûs bilgisi sorunllu olacağından kemâli nakıs kalmaya mahkûmdur." (s.15)
Hem Batı'da olup biten her şeyin zemininde İslâm medeniyetinin olduğunu söyleriz, hem de "ne kadar kötü" diye eleştiririz. Neyi niçin, hangi ölçüte göre eleştiriyoruz? Zihinler karışık, ölçütler bulanık. (s.16)
Unutmayalım ki tüm medeniyetler, Asurlardan bu yana kendilerine has eğitim ve öğretim kurumlarıyla varolmuşlardır; başka bir medeniyetin eğitim kurumlarıyla kendinize has bir dünya kuramazsınız. (s.17)
Etkilenmek başka bir şeydir. Yabancı bir medeniyeti kendinize tercüme ederek içselleştirebiliyorsanız buna diyecek sözüm yok; çünkü Yunan da böyle yaptı, İslâm da, Batı da. Biz de böyle yapacağız. Ama önce kendimize has bir dünya görüşümüz olmalı; bir teklifimiz bulunmalı. Ama evvelemirde yalnızca değerler üzerinden düşünmeyi bırakmalıyız. Nesnemize yönelmeli, hakîkî / tabiî / tekvînî olan ile itibârî olanı birlikte dikkate alarak çözüm üretmeliyiz. (s.17)